15 Şubat 2010 Pazartesi

First Lady Stilinin Kare As'ı


Bir politikacının kıyafetleriyle ilgili yıllardır değişmeyen bazı kurallar vardır; renk en çok dikkat edilmesi gereken unsurlardan biridir, kıyafetler verilmesi gereken mesajların önüne geçmemelidir ve hedef kitleye aykırı olmamalıdır gibi… Muhtemelen politika, bir insanın moda ve estetik ile ilgili dramatik yeteneklerini sergilemesi gereken en son yerlerden biri. Çünkü asıl değişmeyen gerçek, iş siyasete gelince öne çıkarılması gereken çok daha başka şeylerin olduğu. Kadın ve erkek politikacıların nasıl giyinmesi gerektiğiyle ilgili pek çok tartışma bir yana, yüzyıllardır bu arenada herkesin gözlerini üzerine çevirdiği bambaşka insanlar var; First ladyler. Artık bir first lady’nin sadece rafine ve zarif giyinmesi gerektiğinin yeterli olduğu düşüncesinin demode bulunduğu bir çağda yaşıyoruz. Çünkü attığı her adım izlenen bu kadınların aynı zamanda trendlere ayak uydurmaları da gerekiyor. Hatta bir ülkenin tasarımcılarını dünyaya tanıtmak görevi bile bazen onlara düşüyor. Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler arasında pek çok fark olabilir ama ortak noktalarının o ülkenin kadınlarının first ladylerini dikkatle takip ettiklerini ve hatta örnek aldıkları olduğunu kimse inkar edemez. Geçmişte first lady stili konusunda çıtayı en çok yükselten kadın hiç şüphesiz ki Jackie Kennedy. Amerika, Jackie Kennedy’den sonra gelen en zevk sahibi first lady’nin Michelle Obama olduğunu savunup giyim konusunda onu öne çıkarmaya çalışırken Avrupa ve Ortadoğu’dan, genç ve güzel dört first lady bütün dikkatleri üzerlerine toplamaya devam ediyor.
Carla Bruni- Sarkozy
Élysée sarayı; yüzyıllar boyu pek çok güçlü kadına, ihanete, entrikaya ve şaşaaya ev sahipliği yapmış bir yer. Artık onu hiç bir şey şaşırtmaz derken öyle bir kadın geldi ki; belki o saray bile bugüne dek böylesini görmemiştir. Bir first lady’den beklenen en önemli özelliklerden biri skandallara karışmamış bir hayatı ve naif olmasıysa eğer ,evet onda bunların hiç biri yok. Ama çok daha başka şeyler var…
Carla Bruni ilk dikkat çekmeye başladığında bir modeldi, kariyerine şarkıcılık yaparak devam etti. Bu konuda yeteneğini kesinlikle kanıtladı derken, bu defa da en zorlu sınavlarından biri olan first lady’lik ünvanı için kendini ortaya koydu. Üstelik evlendiği adam olan Nicolas Sarkozy ile aynı politik görüşleri bile paylaşmadığı halde. First lady olduktan sonra stilinde gözle görülür bir değişim olsa da değişmeyen en önemli şey cesareti oldu. Kendini Franko-İtalyan olarak tanımlayan bu kadının stilinde İtalyan kültürel kodlarının verdiği cesaret ve sıcaklık hissediliyor. Elbette Fransa’nın eleganlığı da... “Fransa’nın first ladysiyim ama kendimi hiç leydi gibi hissetmiyorum” diyen Carla, oldukça uzun boylu olduğu için genelde loafer tipi ayakkabıları tercih ediyor. Zaten topuklu ayakkabının boyu uzun gösterme dışındaki diğer marifeti olan kadınlara kendini güvende hissetme özelliğinden yararlanmaya pek ihtiyacı yok. Bruni, modellik kariyerinden kalma spor yapma alışkanlığını hâlâ devam ettiriyor ama konu yemek yemeye gelince aynı özeni gösterdiği söylenemez. Hayata karşı bu kadar tutkulu ve iştahlı olan birinin sıkıcı diyet listelerine uymasını kim bekleyebilir ki? Üstelik İtalyan genleri taşıyor. Zaten ince bir yapıya sahip olan vücudunu, beline taktığı kemerler ve vücuda oturan ceketlerle cesurca sergilemekten kaçınmıyor. Tabii geçmişte çıplak pozlar veren bir kadına vücuda oturan ceket giymek ne kadar cesaret sayılırsa! Kraliçe Elizabeth ile yan yana görüldüğü bir seromonide giydiği gri elbise ve küçük şapkasıyla çok konuşulmuştu. Bu konuda biraz ihtiyatlı davrandığı söylenebilir. Çünkü zevkli ve akıllıca bir seçim yaparak Dior giymeyi tercih etti. O; bej pantolonu, binici çizmeleri ve krem rengi gömleğiyle Vanity Fair’in stil sayısının kapağında yer aldığında kapakta şöyle yazıyordu; “Carla Bruni, yeni Jackie O. Mu?” Güzel şapkalar, mücevher konusunda biraz iddialı ama zarif seçimler ve renk seçimlerindeki çarpıcılık göz önüne alındığında onun modern zamanların Jackie Kennedy’si olduğu söylenebilir. En azından Michelle Obama’dan daha fazla! Dedikodu sütunlarındaki yeri, politikanın sert ve zor yollarında yürümekle değişince, Carla yürüyüş stilini bile değiştirmek zorunda kaldı. Elbette Fransa devlet başkanın yanında yürümek, rock yıldızı erkek arkadaşların yanında yürümekten daha farklı bir şey olmalı. Bu yüzden first lady’lik sınavını vermesi gerektiği zamanlarda modellik kariyerinden kalma bir alışkanlık olan ‘ catwalk’ yürüyüş stili yerini daha küçük ve zarif adımlara bıraktı. Adımlarını atarken takındığı tavır da biraz daha az kışkırtıcı ve alçakgönüllü. Ama asla boynu bükük değil. Günlük hayatında (örneğin eşiyle birlikte çıktığı Noel tatilinde sokakta yürürken) gerçekten çok sade bir stili tercih ettiğini söylemek mümkün. Diğer pek çok first lady’nin aksine jean pantolon, kaşmir bir kazak ve hiç makyajsız bir şekilde kameralara görülmekten çekinmiyor. Gri gibi tarafsız bir renk kullanıyorsa, onu mutlaka mor gibi daha çarpıcı bir renkle dengeliyor ve asla sıkıcı olmuyor ve öyle bir hali var ki; dünyadaki başka herkesin kıyafetlerine ondan daha çok kafa yorduğu izlenimi uyandırıyor. 43 yaşındaki first lady, “ estetikle gençleşme taraftarı değilim çünkü iğneden ve ameliyattan korkuyorum. Bu tarz uygulamalar yüze garip bir ifade katıyor. Bugüne kadar yüzüne Nivea’dan başka krem sürmeyen annem; yüzünü gerdirmek hiçbir işe yaramaz, bir kadının yaşını öğrenmek için suratına bakmak yeterli derdi. Zaten eller asla yalan söylemez, onlara bakmak yeterli” derdi. Diyerek genç görünümünün sırrını merak edenlere de cevap vermiş oluyor.
Rania El Abdullah
First lady olmak; ölçütleri güzellik, şıklık, zariflik ve gösteriş olan bir arenada yarışmak gibi görünüyor olabilir. Ama first lady’lik aslında sadece güçlü bir erkeğin kolunda aksesuar gibi dolaşmaktan ibaret değil. Hele ki adınız başında “kraliçe” ünvanı varsa. Kraliçe, insanlara first lady’den bile öte anlamlar çağrıştıran bir sözcük. Dokunduğu yere masalsı bir hava katan bir kelime olduğu da doğru. Ama Ürdün gibi Ortadoğu’da yer alan bir ülkenin kraliçesi olmak aslında bıçak sırtı bir durum. Çünkü kendinizi nasıl taşıyacağınızı çok iyi bilmeniz gerekir. Rania, 1993 yılında Amman’da Kral Abdullah ile evlendiğinde bütün gözler onun üzerindeydi. Çok gençti ve çok güzeldi. Nasıl davranacaktı, Müslüman bir ülkenin kraliçesi olarak başını kapayacak mıydı? Bütün bu çalkantılı günler ve sorular geride kaldığında, Rania denilince insanların insanların aklına hep güzel şeyler gelir oldu; yardımsever, zarif, pozitif ve şık bir kraliçe! Filistin asıllı bu genç kadının stilinde bir kusur bulmak neredeyse imkansız. Her zaman, her haliyle oldukça makul görünüyor. Giydiği kıyafetlerin tasarımlarında Batı’nın modern etkisi hissedilse de biraz dikkatli bakınca Doğu’nun benzersiz materyallerini ve kültürel detaylarını görebilmek mümkün. Çok merak edilen başını kapatma konusuyla ilgili de “Ben zaten çok ılımlı bir ortamda büyüdüm. Bu sadece benimle değil, milyonlarca Arap kadınıyla ilgili bir konu. İnsanların başörtüsünü kadınların boyun eğmesi ya da baskı altında tutulmasının simgesi olarak görmesi çok yanlış. Tabii ki başörtüsünü buna alet edenler var ve bu da çok yanlış. Ama birçok kadın, başlarını inançlarının ve kendilerini Allah’a adamalarının bir simgesi olsun diye örtüyor. İnsanların birbirlerini bir kıyafet ile yargılamaları bence çok tehlikeli.” Diyor. Kraliçe’nin günlük hayattaki gardırobunun büyük kısmını; yüksek belli kalem etekler, mavi, gömlekler, dökümlü bluzlar, ve boru paça kumaş pantolonlar oluşturuyor. Gece davetleri için ise tercihi; küçük ama dikkat çekici detaylarla süslü maksi elbise ya da etekler. Renk skalasında mavi ve yeşilin çeşitli tonları sıkça göze çarparken, uluslar arası ziyaretlerinde gittiği ülkenin kültürel özelliklerine göre giyinmeyi de ihmal etmiyor. Japonya seyahati sırasında kimono giyerek yaptığı jestle, Japon’ların da kalbini kazanmış güzel kraliçe. Saint Tropez’de arkadaşı Naomi Campell’in yanında görüntülendiğinde, dünyanın en ünlü süper modelinin yanında hiç sönük durmuyordu.Dünyada’ki diğer bütün önemli olaylarla olduğu kadar modayla da ilgilenen Rania, Rami Kashou hayranı ve sadece Doğu’da değil, Batı’da da ilgiyle takip edilen bir isim. Twitter’da onu bir milyon iki yüz bin’den (çoğu film yıldızının izleyicisinden daha çok) fazla kişinin izliyor olması da ne kadar beğenildiğinin kanıtı. Stili ve kendisini “ışıltılı” diye tanımalamak yanlış olmaz herhalde.
Bir varmış bir yokmuş, 1972 yılında İspanya’da güzeller güzeli bir kız çocuğu dünya gelmiş. Adı Letizia’ymış. Letizia büyüyüp İspanya’da bir televizyon kanalında spikerlik yaparken ülkenin prensi Felipe ile tanışmış. İlk görüşte birbirlerine aşık olmuşlar ve her masalda olduğu gibi hemen evlenmişler tabii…Bütün dünya’nın izlediği düğün törenininde müstakbel prenses, İspanyol tasarımcı Manuel Pertegaz’ın tasarladığı uzun kuyruklu bir gelinlik giymiş. Bu evlilik, masalların gerçek olabileceğine herkesi inandırmak istermiş gibi görkemli ve güzel bir şekilde başlamış. Sonsuza dek mutlu yaşarlar mı biz onu bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir şey varsa o da İspanya’nın güzel prensesinin Avrupa’nın en şık kadınlarından biri haline geldiği. Üstelik tercihlerini her zaman ultra lüks markalardan yana kullanmadığı halde. İspanyol tasarımcılarını, modaevlerini ve markalarını desteklediği bilinen Letizia’yı günlük hayatında Mango marka bir hırkayla görmek mümkün. Prenses bile olsanız 21. Yüzyıl’da kimse sizden sürekli masalsı kıyafetlerle dolaşmanızı bekleyemez. O da her zaman trendleri yakından takip eden bir kadın olarak, geçtiğimiz yıl harem pantolunu da giydi, kısa deri ceket de. Yine de tercihlerinin genelde ağırbaşlı renkler ve biraz muhafazakar kesimlerden yana olduğunu sölemek yanlış olmaz. Nişan anounsu için tercihi ise biraz daha klâsikten yanaydı; Giorgio Armani tasarımı beyaz etek-pantolon takım. Nişanlandıktan sonra uzun boylu prensin yanında giymek için özel yüksek topuklu ayakkabı siparişleri verdiği söyleniyor. Dillerden düşmeyen görüntüsü ise Carla Bruni ile aynı fotoğraf karesinde, benzer modelde elbiselerle görülmeleriydi. Letizia’nın seçimi mürdüm renkte Dior elbiseden yanaydı ve iki first lady de kusursuz görünüyordu. Özel geceler için uzun etekler ve portföy çantalardan vazgeçemeyen vazgeçemeyen prensesin stilinin anahtar kelimeleri; feminen kesimler, kuşaklı ceketler, ve ayakkabılarla uyumlu çantalar. Prenses olma hikayesi ve naif tavrıyla modern zamanların Grace Kelly’si olmaya aday.
Asma Al-Assad
First Lady’ler arasında bir güzellik yarışması yapılsaydı Asma Assad’ın ‘sempati güzeli’ seçilmesi muhtemel olurdu. Londra doğumlu olan first lady’nin modern ve stil sahibi imajıyla Batı’da Suriye ilgili pek çok önyargıyı değiştirdiği biliniyor.Her yeni lady’i daha öncekilerle karşılaştırmaktan vazgeçmeyenler ise o’nu çocuklarla olan ilişkisi, yardımseverliği, alçakgönüllülüğü ve güleryüzüyle Lady Diana’ya benzetiyorlar. Yine de Asma Assad Lady Di’ye nazaran mutlu bir kadın portresi çiziyor. Sade elbiselerini, etek-ceket takımlarını mutlaka güçlü aksesuar seçimleriyle destekliyor ve sıradanlıktan uzak duruyor. Özellikle kolyeler ve broşlar konusunda oldukça seçici. 2008’de Louvre müzesini ziyaret ederken siyah bluzunun üzerine taktığı zincir kolyeler de yenilikleri takipçisi olduğunun göstergesi. En sevdiği moda tasarımcılarının başında ise Lübnan asıllı Elie Saab geliyor. Türkiye’ye yaptığı bir ziyaret sırasında hamur açan, meslek lisesi’nde kuaförlük öğrencilerle birlikte saç yapan firs lady’nin kendi yaptığı ebru desenli fularları da severek taşıması moda ve estetik konusunda ne kadar rafine zevkleri olduğunu göstermek ister gibi… Kadınsı elbiseleriyle giydiği Christian Louboutin ayakkabıları da, jean pantolonuyla giydiği kanvas espadrillerini de aynı zariflikle taşıyor. Genelde kısa kesimli kullandığı dalgalı saçları da, adeta imzası haline gelen en dikkat çekici özelliklerinden biri. Asma Assad, hem bir first lady’nin yardımseverlik ve halkla ilişkiler çalışmaları dışındaki konularda da söz sahibi olabileceğinin hem de bir ülkenin imajı için ne kadar önemli bir rolü olduğunun en büyük canlı kanıtlarından biri. Ve kesinlikle çok gerçek!
Ayşim Özgür, Harper's Bazaar Şubat 2010 sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: