"Hiçbir şey 'aşırı vasat' kadar tatsız olamaz. Kötü şeyleri okuyamıyorum. Çok kötüyse iş değişir" demiş Cemal Süreya. Söz konusu moda blog’ları olduğunda, özellikle son iki yıldır her hafta onlarca hatta belki yüzlerce yerli ve yabancı moda blogu türüyor. Çok kötü olanlara bakıp biraz eğlenmek mümkün. Peki ya hepsinde aynı haberlerin, aynı fotoğrafların olduğu birbirinin aynısı yüzlerce vasat blog’a ne demeli? Baştan anlaşalım, bu yazıyı ne kötü olanları kötülemek için ne de iyi olanları fazla övmek için yazmıyorum. Çünkü her şeyden önce ben, geçen hafta ikinci yaşını kutlamış bir moda blogunun sahibesiyim. Üstelik ne yalan söyleyeyim, kendi blogumu pek çoğuna göre iyi bulmakla birlikte yeteri kadar iyi de bulmuyorum. Bunun en büyük nedenlerinden biri ona istediğim kadar zaman ayıramıyor olmam elbette ama ben bugün yapmak istediğim işi yapabiliyorsam bu konuda blogumun bana kattıklarını asla gözardı etmem.
'BEN' kuşağının (Generation Me) döneminin artık kapandığı söyleniyor. ‘Ben’ kuşağı en üstünkörü tanımıyla, 1980’ler sonrası kapitalizmin de etkisiyle o dönemde gençliğini yaşayan kişilerin kendine aşırı güvenli, ben merkezci ve bireyselliğe önem karakterlere sahip olmalarını anlatan bir kavram. Evet, şu günlerde gençliğini yaşayan insanlar değişti belki ama ‘ben’ kavramı hâlâ var. Muhtemelen dünya varolduğu sürece de olacak. Sadece ona yeni anlamlar yüklenmeye de başlandı. İşte bugünlerde rastladığımız blogger’ların çoğu da bu yeni nesilin bir parçası. Onlara, yani bize, bana ‘gerçek ben’ kuşağı diyenler de var. Söz konusu moda olduğunda ise diğer her şeyden farklı olan bir durum şu; herkes bu konuda fikir beyan etmeyi çok seviyor.Bana kalırsa zaten herkesin her konuda fikirlerini özgürce söyleyebilme hakkı olmalıdır. Kültür-sanat’ın çoğu alanı için aynı şey geçerli olsa da herkes iyi film hakkında fikir sahibi olmak, müzik konusunda gelişmiş bir zevke sahip olmak ya da bir gurme kıvamında yemek yemek zorunda değil. Hatta bunları yapmadan zaman geçirebiliriz de… Ama hepimiz üzerimize bir şeyler giymek zorundayız eninde sonunda. Belki bu yüzden insanlar moda konusunda kendi zevklerini ve öngörülerini yazmayı, konuşmayı bu kadar çok sevdiler. Bu elbette ki iyi bir şey. Çünkü ana akım ve geleneksel medyanın bütün bağlayıcı unsurlarından uzakta, insanların fikirlerini diledikleri gibi ifade ettikleri bir dünya var. Bu şekilde genç insanlar, yapmak istedikleri işlere referans noktası olarak bloglarını gösterebiliyorlar. Ne de olsa artık siz kendinizi göstermedikçe kimsenin sizi durup dururken keşfetmediği bir çağda yaşıyoruz. Artık defilelerde en son sırada otururken en havalı şey ne mikro mini etekler giymek ne de güneş gözlükleri takmak. Stil sahibi görünmenin altın kuralı blogger olarak orada bulunmaktan geçiyor. Moda tasarımcısı Hatice Gökçe’nin “Dünyada artık moda haftalarında blog yazarları da en ünlü moda yazarlarının yanına yerleşiyor. İstanbul Fashion Week’te de blog yazarlarına akreditasyon verildi... Her önüne gelenin kendi keyfine göre yorumluyor olması rahatsız edici bence. Davet ediliyor olmalarına bu anlamda biraz daha sert bakıyorum. O moda blogunun, başkalarının görmediği neyi ifade ettiğine bakmak lazım. Yurtdışında kişilere zarar vermeden, yapılan iş üzerinden hareketle yorumlarını çok başarılı bir şekilde yapabiliyorlar. Ama Türkiye’de bu yorumların yerinde yapılabildiğini zannetmiyorum, biraz kişisel olduğunu düşünüyorum bazı şeylerin. Blog yazarının kimsenin göremediği bir noktayı görüp, gösteriyor olması gerekiyor... Türkiye’de bu anlamda çok az sayıda blog yazarı olduğunu düşünüyorum.” sözleri uzun süre tartışıldı. Blog’lara ve blogger’lara bazı görevler ve fazlasıyla anlam yüklemek doğru mu? Bu tür organizasyonlarda basın ve blogger arasında nasıl bir çizgi çekmek gerekir ya da gerekir mi? Blog’ları değerli yapan subjektif görüşleri içeriyor olmaları mı? Moda blog’ların babası sayılan Sartorialist’in (http://thesartorialist.blogspot.com/) kurucusu Scott Schuman da (blogu günde ortalama 250,000’in üzeri insan tarafından ziyaret ediliyor.) bu konuda dünyada tutumun nasıl değiştiğini şöyle açıklıyor “ Başlangıçta lüks markalar ve tasarımcılar dünyasındaki insanlar internetten ve blogger’ların kendileri hakkında yapacakları yorumlar fikrinden rahatsız oluyorlardı. Şimdi onlar da bu kuvvetli rüzgarın arkasına kapıldılar. Dolce&Gabba’nın defilelerde en ön sırada blogger’lara yer verme sebebi bu. Çünkü farkına vardılar ki, kontrol edemediğiniz bir şey varsa onunla uzlaşmak ve onu kabullenmeniz daha iyi olacaktır.” Bu tartışmalar bir yana, dünya’da 13 yaşında bir moda blogger’ı ( Tavi-http://tavi-thenewgirlintown.blogspot.com/) bile farklı bir bakış açısına sahip olduğu için pek çok defilede en ön sırada otururken, Filipin’li bir genç adam eğlence olsun diye yazmaya başladığı bloguyla sonunda kendini Marc Jacobs’a ilham verirken bulmuşken (http://www.bryanboy.com/) Türkiye’de de moda blog’ları halkla ilişkiler şirketleri tarafından uzun zamandır markaj altında. Denemeleri için ürünler gönderiliyor, lansmanlara ve partilere davet ediliyorlar. İFW sırasında moda blogger’ları buluşması gerçekleştirildi. Buluşma, asıl organizasyondan tamamen bağımsızdı. Bu yüzden adı da kendiliğinden ‘Korsan Blogger Buluşması’ oldu. Buluşmaya Yaprak Aras Şahinbaş vesile oldu. Kendisi de Trendometre (http://www.trendometre.com/) adlı bir bloga sahip olan Yaprak sayesinde çoğu kişi sürekli takip ettiği diğer moda blogger’larıyla tanışma fırsatı buldu. Buluşmanın en eğlenceli kısımlarından biri ise herkesin birbiriyle tanışırken kendi isminden önce blogunun adını söylemesi oldu. O gün moda blog’larının durumuyla ilgili konuşulanlardan sonra öğrendik ki, kendisine yollanan basın bültenlerini blogda yayınlamak, kendini davet ediliği her yere gitmek zorunda gibi hissedenler de oluyormuş. Belki de bu durum blogger’lara, önceleri tamamen özgür olduklarını düşündüklerini bir alanda, birden izlendiklerini, belirli bir kitle üzerinde etkiye sahip olduklarını düşündürüyor bu yüzden de kendilerini baskı altında hissediyorlar. Öte yandan yolladığı basın bülteninin başlığına “Sevgili blogger” yazdığı için karşı taraftan neredeyse azar işiten. “Bana ismimle hitap etmediğiniz sürece sizi dikkate almayacağım.” diye cevap alan halkla ilişkiler uzmanları hikayeleri de duymaya başladık. Yani bu madalyonun 2’den bile fazla yüzü var aslında.
Blog’lara yerleştirilen kodlar sayesinde insanların neyi Google’layarak bloga geldiğini, en çok neyi okuduklarını, neye ilgi duyduklarını blog sahipleri görebiliyorlar. Bunun da özellikle moda konusunda insanların neye ilgi duyduklarını görebilmek için oldukça avantajlı olduğu bir gerçek. Ancak kendi blogumdan örnek verecek olursam insanların arattığı bazı anahtar cümlelerin hayret verici derecede komik ve enteresan olduğunu söyleyebilirim. Benim taklit ürün kullanımıyla ilgili yazdığım zehir zembelek bir yazı farkında olmadan bloguma binlerce insan gelmesine sebep oldu örneğin. Çünkü maalesef insanların en çok Google’ladıkları anahtar kelimelerin başında bilumum markanın sahte ve taklit ürünleri geliyor. “ Yunan tanrıçasının saçının modeli” yazandan ( hangi Yunan tanrıçasının saç modelini neden arıyorlar acaba?) “özel elbise istiyorum” yazanlara kadar neler yok ki. Bir de yorumlar meselesi var, blog sahibinin izin verip vermemesine bağlı olarak, ‘adsız’ ya da ‘anonim’ olarak blog’lara yorum yazabiliyor insanlar. Bazen hakarete varan yorumlar oluyor. Ben şahsen bunları yayınlamamayı tercih ediyorum. İyi olanları yayınlayıp kötü olanları yayınlamamanın ahlaki yönden tartışmasına gelince, rumuzların arkasına saklanmayan ve amacı belli olan, derdini normal bir dille anlatan herkesin her yorumunu yayınlarım.
Öznel görüşlerin bu kadar değer kazandığı bir mecrada ne kadar ve nasıl kadar etik olunabilir? İyi blog yazmak ne demektir? Bunların cevapları herkese göre değişiyor olabilir. Ama değişmeyen bazı şeyler var; dilbilgisi ve imla kurallarını hiçe sayan, kaynak göstermeden fotoğraf kullanan, izin almadan başkalarının yazılarını kopyalayan, reklam olduğunu belirtmeden reklam yapan, aldığı hediyeler karşısında ürünlere methiyeler düzen blogger’lara en az 6 ay blog yazmaktan men edilme cezası verilmeli bence. Şaka bir yana, blogunda göğsünü gere gere Deer Dana’nın Yves Saint Lauren baskılı tişörtünün sahtesini yaptığını anlatan ve sipariş üzerine başkaları için de yapabileceğini söyleyen yerli blogger bile görmüşlüğüm var. İşin en üzücü tarafı ise yorumlarla gerçekten onlarca sipariş almasıydı. Şu dünya için az, kendim için çok olan blogger’lık hayatımdan çıkardığım sonuç şu; bir moda bloggger’ı diğer moda blogger’ları için değil, kendisi için yazdığı zaman mutlu olur ve ben blog’umu çok seviyorum. Çünkü o sadece ve tamamen benim.
Ayşim Özgür, Harper's Bazaar Nisan 2010
14 yorum:
ah aysim o kadar guzel yazmissin ki diyecek sey bulamadim. ''Budur!'' desem kafi olur mu?
:) Doğru söze ne denir?
itiraf etmeliyim ki yazınızı %100 doğru ve tatminkar derecede açık buldum.Söyledikleriniz yazdıklarınızın hepsi çok doğru.Bir konuda biraz endişeliyim o da markaların benzerlerini yapan bloglar,açıkcası bazen başarılı,takdire şayan işler çıkıyor ama satış yapmaları konusunda ben de sizinle aynı fikirdeyim.Ayrıca ülkemizde ki blog anlayışı ile yurtdışında ki blog anlayışı birbirinden tamamen farklı,bunun suçlusu da bence ilginin ve önemin az olması. Madem markalar reklam amaçlı blogları kullanmak istiyor,daha çok destek çıkmalılar ya da blog içerikleri bir şekilde kısıtlanmalı. Ben bir blogger olarak,bu yazıyı okuduktan sonra kendi bloğumun Cemal Süreyya'nın dediği gibi vasat buldum ama size teşekkür ediyorum çünkü bu yazı benim bloğumu geliştirmem için büyük bir etki olacak..ağzınıza sağlık
süpppperrrrrrrrrrrrrrrrrr...''bir blogun kullanım kılavuzu ''olarak tüm blog sahipleri okumalı...
:) çok teşekkür ederim, yazıyı beğenmenize ve bana hak vermenize çok sevindim.
Özellikle blog'larını çok sevdiğim sizlerin bana katılıyor olmanıza mutlu oldum
çok güzel bir yazı olmuş! tespitler, sorunlar, sıkıntılar, keyifler hepsi de, o yuzden bloguna pek duskun ve ona oldukca vakit ayiran bir moda bloggerı olarak oncelikle tesekkurler:))
moda blogları da şu anda nasıl desem pudra rengi gibi bir şey, yani moda! tabii ki kalitesi ve duruşuyla aradan sıyrılan bloglar, hem sahibine/sahibesine hem okuyucusuna keyif veren, güne renk katan bloglar mutlaka kalıcı olacak, bu rüzgar dindiginde de okunacak. belki hediyelere bogulmayacak ya da her pazar ekinde gorunmeyecek ama bunlar olmadan once de keyifle yaptigi, ustelik cok da vakit ve emek verdigi bloglarıyla bloggerlar bence hep olacak. iyi ki de öyle:))
evet, onlar sanırım blogunu gerçekten sevenler ve onu bir hırs malzemesi yapmayanlar.
Her zaman okuyucularıyla,kendileriyle ve bloglarıyla mutlu olmayı hakediyorlar.
:)
Supersin, tum yorumlar tum tespitler cok dogru ama ben en cok en son cumleyi sevdim:)))
Ayşim! İnanılmaz yazmışsın, bir solukta okudum! Söylediğin her cümleye katılıyorum. Nasıl güzel dile getirmişsin düşündüklerini anlatamam. Oh!
çok doğru şeyler yazılmış evet ama bazı şeyleri bizde yapabiliriz ülke olarak.. IFW.de neden bloggerlara yer ayrılması bu kadar rahatsız edici olmuş ki bazıları için? saçma sapan şeylere her yerde rastlıyoruz:) hiç birşeye engel olunamaz bence.. bırakalım isteyen istediğni yapsın.. bu arada:)
o bahsedilen ysl t-shirt evet bnm blogumda var..!!! :) ama ben onu satış amaçlı yapmadım! :) elimde milyonlarca aynı tshirtten olsun üretilmeyen rengine bile gönlüm doysun diye yaptım :) hissiyatım bu yönde:) sevgiler
Trendtastic NY: ben de en çok sondaki cümleyi seviyorum:)teşekkürler,
Ashwinder: sana bir şey söylememe gerek yok zaten:)
Süper bir yazı.. hem düşündürüyor hem çok gerçek!
Bence bir sene sonra dönüp baktığımızda vay beee diyeceğimiz günler olacak.. moda blogu yazmanın moda olmaktan çıktığı günler hemen gelir inşallah diyorum :)
hem son cümlelerin.. hem Siu'nun düşüncelerine katılıyorum...
umarım bu "moda blogger"ı olmak moda olmaktan çıkar.. ve biraz daha az ve öz sayıda düzgün blog'lar ayakta kalır...
çok güzel yazmışsın! tebrik ederim..
Bayıldım yazına:) blog olayında okuyucunun iyi, kötüyü birbirinden ayırt etmesi gerekiyor ancak ne yazık ki genel okuyucu böyle bir alt yapıya sahip değil
Yorum Gönder