31 Ekim 2010 Pazar

Tırnak modasında çamur renkleri ve yarım ay devri

Tırnak modası da artık kıyafetlerle yarışır hale geldi. Defilelerden ve moda çekimlerinden yayılan oje trendleri anında sokağa iniyor. Lüks modaevleri, yeni oje renkleri yaratmak için birbirleriyle yarışırken, ekonomik kozmetik markaları da bu trendlerin gerisinde kalmıyor.

Sonbahar-kış sezonu defilelerinde tırnaklara o kadar önem verildi ki, Marc Jacobs defilesinde modellerin tırnaklarına sürülmek üzere özel olarak beş farklı ton oje karıştırıldı ve kahverengi-gri karışımı bir renk ortaya çıkarıldı.
Defileden sonra moda forumlarında günlerce o rengin hangi tonların karışımı olduğu tartışıldı. Yani gelin, durumun moda dünyası için vahametini siz anlayın. Şimdi de hangi renk olduğunu tarif etmenin hayli zor olduğu bu oje tonları her yerde karşımıza çıkıyor.

Oval törpülenen tırnaklarda beyaz ve bej renklerle yapılan klasik Fransız manikürü yerine de 40’lı ve 50’li yılların meşhur manikür uygulaması “yarım ay”ı göreceğiz.

Ojelere bu kadar önem verilmeye başlanması, geçtiğimiz yıl Chanel’in 407 numaralı yeşim yeşili ojesinin birden bire aşırı popüler olmasına dayanıyor. Bu ojenin yaratıcısı Peter Philips ise kadınların ojelerle her zamankinden çok ilgilenmelerini “Ojeler çikolata gibidir. Kadınlar kendilerini lüks bir şeyle mutlu etmek istediklerinde oje alırlar çünkü ekonomik kriz dönemlerinde bile onu satın almak kolaydır “ diyerek açıklıyor. Yani Chanel ya da Dior’un yarattığı, kolay uygulabilen ve onlara özel olduğu hemen farkedilebilen bir şeye sahip olmak istiyorsanız bunun kolay yolu oje almaktan geçiyor.



Essie marka ojeler farklı renk alternatifleriyle dikkat çekiyor.


Chanel'in 505 numaralı ojesi Particuliere

Gri, kahve, haki gibi mat tonların yükselişe geçmesiyle birlikte bir oje türü daha doğmuş oldu. Yıllardır kadınların oje sürmedikleri zamanlarda kullandıkları parlatıcıların yerini alan bu ürün, matlaştırıcı. Yani artık eskiden olduğu gibi ojelerin rengini parlatmak değil, tam tersine matlaştırmak popüler. Uzun zamandır hakim olan kısa ve küt tırnakların yerini de yavaş yavaş uzun ve oval törpülenmiş tırnaklar alıyor. Çamur ve taş rengi olarak adlandırılan oje tonlarını yakalamak için koyu bej ojenin içine birkaç damla siyah oje damlatmayı deneyebilirsiniz.


“Bu sezon tırnaklarda bir başka trend de çamur, taş ve bej rengi”

Selçuk Şireci-The Nail Job
-Bu sonbahar taş rengi, çamur rengi, kahverengi, bej, haki, yeşil renkleri moda oldu. Özellikle parlak ojelerin üzerine matlaştırıcı uygulanarak mat bir görüntü elde etmek de en çok talep edilen uygulamalar arasında.
-Bu yılın trendlerinde yarım ay manikürünü de iki farklı şekilde uygulayabiliyoruz. Bunlardan biri oje ile yapılan uygulama, bir diğeri ise kalıcı protez tırnak malzemesi (jel yada akrilik) ile yapılan uygulama. İkinci uygulamanın kalıcı olma özelliği de olduğu için tercih ediliyor. Yarım ay manikürü özellikle Amerika ve Avrupa ülkelerinde daha çok tercih ediliyor, henüz Türkiye’de yeni.


“Yarım ay modeli kısa tırnaklarda estetik durmuyor, önermiyoruz”

Nurdan Arslan- California Nail Bar
-Tırnaklarda özellikle bu yaz başlayan, popüler isimleriyle “çamur renkleri” oldukça sık tercih edildi. Bu renklerin yanı sıra koyu yeşil ve kahverenginin tonları da farklılıklarıyla ilgi çekmeye devam ediyorlar. Hatta normalde böyle renkleri tercih etmeyenler bile artık bu renkleri benimsediler.
-Ayrıca yepyeni bir ürün olan oje matlaştırıcı da çok ilgi çekti. Kullanmayı çok sevdiğiniz ve vazgeçemediğiniz klasik oje renginizi bu ürünle matlaştırarak trendi yakalamış oluyorsunuz. Sezon dönüşümünde, güneşten yıpranan ellerin daha ışıltılı ve bakımlı olmasını sağlayan peeling ve parafin uygulaması da sonbaharda da sık sık tercih ediliyor.
-Tercih edilen bir başka manikür uygulaması olan yarım ay manikür, kendini orta boy ve uzun tırnaklarda daha güzel gösteriyor. Tırnak yapısını daha küt ve basık gösterdiği için kısa tırnakta estetik durmuyor. Bu uygulama şu an için genelde parti, düğün, şov ya da katalog çekimleri gibi özel zamanlar için tercih edilmeye başladı.

29 Ekim 2010 Cuma

60'lara ışınlanıyoruz

Çoğumuz dönemleri ve dönem kostümlerini ne kadar çok seviyoruz değil mi? Özellikle 50'ler 60'lar benim en çok takıntılı olduğum dönemler sanırım. Neyse ki son birkaç sezondur 50'lere ve 60'lara öykünerek giyinme konusunda hiç sorun yaşamıyoruz:)
60'ları benim kadar seviyorsanız ve bu akşam ne yapsam diye düşünüyorsanız güzel bir parti önerim var. Bu akşam The Hall'da 60'lı yılların müzikleri, şovları yani atmosferiyle düzenlenen INSOMNIA by Beck's partisi var. Tabii içerde her şey o döneme aitken sizin de içeri girebilmek için 60'lara ait bir aksesuar taşımanız gerekiyor :)
Ama korkmayın, hazırlıksız giderseniz de imdadınıza kapıdaki aksesuar sürprizleri yetişecek. Ayrıca, Garderobe’ta davetiye veya biletini gösterenler %10 indirimden faydalanabileceklermiş. Yani bu gece zaman makinesine binip 60'lara ışınlanmak mümkün olacak gibi görünüyor.
:)

Bilet Fiyatı: Tam: 34,00 TL, Öğrenci: 24,00 TL
22:30

Mükemmel uyum:Rachel Bilson-Hayden Christensen

Her ikisi de 29 yaşında olan oyuncular Rachel Bilson ve Hayden Christensen geçen yıl nişanlanmışlardı. Geçtiğimiz günlerde hala nişanlı olduklarını ama ilişkilerine biraz ara verdiklerini açıkladılar. Elbette siz bu satırları okurken onlar çoktan tekrar barışmış sonra bir daha ayrılmış olabilirler. Olsun, onlar benim gözümde geçmişte bile kalmış olsa mükemmel uyum çifti:)


2007 yılında birlikte rol aldıkları Jumper filminin setinde tanışan ve beraber olmaya başlayan çiftin, stilleri oldukça uyumlu. Ama asla dışarı çıkarken aynı şeyleri giymeye özen gösteren ikililerden değiller. Aslında ikisinin de stil anlayışını ‘çabasız şıklık’ olarak tanımlamak mümkün. Fular, şapka, güneş gözlüğü gibi aksesuarla kıyafetlerini zenginleştirmeye özen gösteriyorlar. İkisinin de vazgeçemediği ortak kombin ise pamuklu sweatshirt ve deri ceket kombini.


Birbirlerine karşı sadakatleri konusunda zaman zaman dedikodular çıksa da, her ikisi de siyah, gri, lacivert gibi renklere oldukça sadıklar. Rachel’ın skinny jean, uzun çizme ve yüksek belli eteklerle dışa vurduğu hanım hanımcık giyinme tutkusu, Hayden’ın polo yaka tişörtleri ve fötr şapkalarıyla çizdiği’charming man’ imajına denk geliyor.

Fotoğraflar: JustRared

28 Ekim 2010 Perşembe

Mükemmel uyum: Charlotte Casiraghi-Alex Dellal

İşte tabldot gazetelerin haber yapmaya doyamadığı çift! Hanedan ailesine mensup güzeller güzeli bir genç kız ve sanat galerisi sahibi, İngiltere’nin kaymak tabakasından genç bir adam. Kraliyet romantizmi dedikleri bu olsa gerek!

Charlotte, moda tasarımcılarına ilham veriyor, moda haftalarını ilgiyle izliyor ve zaman zaman dergiler için Stella McCartney gibi isimlerle röportaj yapıyor. Zaten anneannesi Grace Kelly gibi gelmiş geçmiş en önemli stil ikonlarından biri olan bir kızın moda dünyasından uzak yaşaması beklenemezdi.

Ama erkek arkadaşı Alex Dellal da bu dünyaya fazla uzak sayılmaz, zira onun da annesi Brezilyalı model Andrea Dellal, vaftiz babası ünlü moda fotoğrafçısı Mario Testino. Annesi gibi modellik yapan kızkardeşi Alice Dellal de keskin stiliyle oldukça dikkat çeken bir isim. Yani bu çiftin biyolojik ve sosyal genlerinde şıklık DNA’larından fazlasıyla var. Birlikte yapmaktan hoşlandıkları şeyler arasında İsviçre’de kayak yapmak, Londra’da at binmek, Paris’te alışveriş yapmak gibi son derece havalı aktiviteler bulunuyor! Monaco’daki davetlere smokin ve balo elbiseleriyle katılıyorlar ama günlük hayatlarındaki seçimleri gömlekler, kaşmir kazaklar ile salaş tişörtler, bol jean pantolonlar arasında gidip geliyor. Üç yıldır beraber olan çiftin evleneceklerine kesin gözüyle bakılıyor.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Mükemmel uyum: Carey Mulligan-Shia LaBeouf

Sinema dünyasında işler hala “ne varsa eskilerde var” anlayışıyla yürüyor çünkü güzel görünen genç oyuncu sayısı çok fazla ama gerçekten yetenekli olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Hem iyi görünen hem de oldukça yetenekli olanlardan iki tanesi ise aşk yaşıyorlar ve birlikte son derece havalı görünüyorlar.

Carey Mulligan, An Education’daki rolüyle Oscar’da en iyi kadın oyuncu ödülüne aday gösterildiğinden beri moda dünyasının da yakın merceği altında. Onun için günümüzün Jean Seberg’i yakıştırması yapılıyor. İddialı seçimler, belirgin desenler ve yoğun materyaller onun üzerinde son derece samimi ve naïf bir şekilde hayat buluyor. Shia Labeouf ise özellikle Transformers’da oynadıktan sonra Hollywood’un en çok kazanan ve en yetenekli genç oyuncularının başında sayılmaya başlandı.


LaBeouf, filmde güzelliğiyle herkesi etkisi altına Megan Fox ile rol alıyor ama gerçek hayatta gözü Carey’den başkasını görmüyor. Shia her ne kadar “Biz niyetimiz kırmızı halının kral ve kraliçesi olmak değil, sadece işimizi iyi yapmaya çalışıyoruz.” dese de ikili, Cannes Film Festivali’nin açılış partisindeki sade ama çarpıcı stilleriyle oldukça dikkat çekmişlerdi. Carey’nin üzerinde mürdüm rengi bir elbise, Shia’da ise gri bir takım vardı ve son derece uyumlu görünüyolardı.
Not: Son günlerde ayrıldıklarına dair dedikodular var ama henüz bunu doğrulamadılar. (Ben neden paparaziliğe doğru gidiyorum?)

Fotoğraflar: JustRared

26 Ekim 2010 Salı

Mükemmel uyum: Olivia Palermo-Johannes Huebl

Lisede aynı okula giden Olivia Palermo ve Johannes Huebl, uzun zamandır bazı internet sitelerinde yapılan “en şık çift” anketlerinde birinciliği kimseye kaptırmıyor. Çünkü onlarda tam da insanların görmek istediği ışıltılı çifti imajı var. Gençler, güzeller. Lüks bir hayat tarzını temsil ediyorlar.



Her ikisinin de mükemmel kombin yetenekleri ve ‘yüksek moda’ anlayışına sahip bir gardıroba ayırabilecek oldukça güçlü bütçeleri var. Modellik yapan Johannes, kumral saçları ve her daim bronz tenini mavi gömlekler, mercan rengi süveterler ve dar kesim takım elbiselerle süslüyor. Olivia’nın ise ayağından topuklu ayakkabılar, elinden kırmızı ojeler eksik olmuyor. Her ikisi de trendleri klasik parçalarla birleştirmeyi çok seviyor. İyi kesimli kıyafetler, kaliteli kumaşlar, ağırbaşlı renkler ve göz alıcı aksesuarlar… Yani ikisinden birini bakımsız ya da salaş bir şekilde görmek neredeyse imkansız. New York’taki davet listelerinden adları eksik olmayan çift, adeta Gossip Girl dizisinin gerçek dünyadaki halini andırıyor.

fotoğraflar: hillsfreak

25 Ekim 2010 Pazartesi

Mükemmel uyum: Alexa Chung-Alex Turner

Onlar genç, güzel ve son derece havalılar. Tek başlarına yarattıkları etkiyi yan yana gelince ikiye katlıyorlar! Karşınızda hem sosyal hayatları hem de stilleriyle çok konuşulan çifte kumrular



Bir çanta modeline adını veren, art arda reklam kampanyalarında oynayan ve moda dergisi çekimlerinin vazgeçilmezi olan bir kız ve saçını nasıl kestirirse hayranlarının da hemen aynı modeli kestirecek kadar yakın takibe aldıkları bir rock yıldızı. Son üç yılın en gözde it girl, rock yıldızı beraberliği kesinlikle 27 yaşındaki Alexa Chung ve 24 yaşındaki Alex Turner’ın ilişkisi. Alexa Chung’ın Mtv’de sunuculuk yaptığı zamanlarda ilişkileri başlayan genç çifte, Londra sokaklarında, müzik festivallerinde ya da gece kulubü çıkışında rastlamak mümkün. İkisinin de giymeyi oldukça sevdikleri parçaların başında skinny jeanler, ekoseli gömlekler ve blazer ceketlerler geliyor. Geçtiğimiz yıl aynı evde yaşamaya başlamaları üzerine Alexa, “ Alex ne yazık ki evin içinde çok muntazam ve temiz bir adam. Çünkü ben son derece dağınık bir kızım ve kıyafetlerim evin her yerine dağılmış durumda, bu yüzden Alex sürekli evi toplamak zorunda kalıyor.” demişti. Bu sözlerden sonra insan onların yan yana gelmiş hallerini düşünüyor. Sahiden evdeki durumun onların görünüşlerine de yansımış gibi bir halleri var. Alex, kızarkadaşının bavullarını, alışveriş paketlerini taşırken görülüyor. Pejmürde rock yıldızı imajına rağmen yine de her giydiği üzerine tam olarak oturuyor. Stiliyle bu kadar çok göz önünde olan bir kızın sevgilisi olup, onun gölgesinde kalmamak çok zordur belki ama Alex Turner bunu çok iyi başarıyor. İsimleri bile uyumlu olan bu ikili hakkında arada sırada ayrılık dedikoduları çıkıyor ama onlar bunu her seferinde yalanlıyor.

Fotoğraflar:contactmusic

23 Ekim 2010 Cumartesi

Tuhaf Topuklar

Sadece podyumda giyilecek kadar iddialı ve yürümesi zor olan topuklu ayakkabılar moda tutkunları sayesinde sokağa da indi. Bu sezonun en çok dikkat çeken modeli ise Yves Saint Laurent’ın arkası tüylü, topuklu ayakkabısı...


Kobi Levi

Yüksek, alçak, dolgu, platform... Görünen o ki, bugüne kadar ayakkabı topuklarının modellerini tarif etmek için kullandığımız bu kavramlar yeterli olmayacak. Çünkü artık moda dünyasında makbul olan; ters, yarım, kalp şeklinde gibi topuk modelleri. Son zamanlarda Paris, Londra, Milano gibi moda başkentlerinde düzenlenen moda haftalarının fotoğraflarına baktığımızda defile ya da davetlere katılan kadınların ayaklarında bu gerçeküstü ayakkabılara rastlıyoruz. Değişik ayakkabı konusunda hayalgücünün sınırlarını en çok zorlayan ayakkabı tasarımcılarından biri de Kobi Levi. “Ayakkabı tasarlarken onları giyilebilen heykeller ve sizinle yaşayacak sanat eserleri olarak düşünüyorum” diyen Levi’nin en dikkat çekici tasarımlarından biri de son zamanlarda yaptığı tabanına sakız yapışmış gibi görünen ayakkabı. Bu ayakkabının topuğu, uzayan bir ciklet gibi görünüyor ama Kobi Levi’nin ayakkabı portfolyosunda sapan, dil, köpek şeklinde gibi espritüel tasarımlar da var.

Kobi Levi
Hem lüks hem tuhaf
Kobi Levi, bağımsız çalışan bir ayakkabı tasarımcısı ama bu konuda meşhur moda tasarımcıları ve lüks ayakkabılar da onunla yarışıyor. Değişik topukluları podyumlarda ilk görüşümüz ise üç sezon önce Marc Jacobs’un topuklu ayakkabı mantığını ters çevirmesine rastlıyor. Her alanda sürekli yeniliklerle karşımıza çıkan tasarımcılar, ayakkabı konusunda bizi artık şaşırtamazlar dedirdiğimiz bir zamanda Mac Jacobs’un topukları yere dikey olarak değil, yatay olarak basan ayakkabı modelleri çok konuşulmuştu. Hatta o zamanlar çoğu moda eleştirmeni, bu ayakkabıların podyumda kalmaya mahkum olduklarını ve gündelik hayatta bunları giymenin imkansız olduğunu öne sürmüştü. Elbette söz konusu moda olunca rahatlık ve işlevsellik gibi konuları ikinci plana atan moda tutkunları onları haksız çıkardı. Topuk modelleri konusunda oldukça yenilikçi olan bir başka moda tasarımcısı da Alexander McQueen’di. McQueen’in “armadillo” adlı ayakkabı modelinin dışında, takunyaya benzeyen yüksek topuklu ayakkabıları da çok konuşulmuştu. Alexander McQueen öldükten sonra markanın başına geçen Sarah Burton da hem geçtiğimiz yaz, hem de bu kış için tasarladığı füturistik topuklularla markanın bu konudaki şanını devam ettirdi. Çarpıcı ayakkabı modelleriyle çok konuşulan Nicholas Kirkwood da karanlıkta parlayan neon topuklarıyla oldukça adından söz ettirdi ama bu sezonun en çok dikkat çeken topuklu ayakkabıları Yves Saint Lauren’in arkası tüylü modeli oldu.

Yves Saint Lauren
Podyumda mankenlerin düşmesine sebep olan garip topuklular, sokakta da düzgün yürütmüyor tabii. Örneğin Nina Ricci tasarımı olan yarım topuklu çizmeleri sadece şarkıcı Lady Gaga ve stil ikonu Daphne Guinness giymeye cesaret edebildi ama her ikisi de düşme tehlikesi geçirdi.


16 Ekim 2010 Cumartesi

Bileğinin hakkıyla trend: Silly Bandz!

Gençlik ya da çocukluk yılları 90’lara denk gelenler, rengarenk plastik bilezik modasını iyi hatırlayacaklardır. Bugünlerde de Amerika ve Avrupa’da gençlerin yeni çılgınlığı haline gelen renkli, plastik bilezikler var. Ama eskilerine göre biraz şekil değiştirdiler.

Silly Bandz adı verilen kauçuk bilezikler 12’lik ve 24’lük paketler halinde satılıyorlar. Paketlerin her birinin hayvanlar, enstrümanlar, spor ya da alfabe gibi konseptleri var. Paketin içindeki bilezikler de bu konseptlere göre değişik şekil ve renklerde yer alıyorlar, kolunuza taktığınızda ise o şekillerini kaybedip, kıvrımlı bir bilezik halini alıyorlar. Elastik oldukları için de hiçbir zaman gerçek şekillerini kaybetmiyorlar .

Son haftalarda Amazon, Ebay gibi sanal alışveriş sitelerinin çok satanlar listelerinde de yer alan bileziklerin, bu yaz Amerika’da 8.000’in üzerinde mağazada satıldığı ve çoğunda da tükendiği söyleniyor. Oysa Silly Bandz fikrini bulan ve piyasaya süren BCP Imports şirketi Ohio’da kurulan ve iki sene öncesine kadar sadece 20 kişinin çalıştığı küçük bir ofismiş. Klasik koleksiyon yapma ve değiş tokuş etme mantığına dayanan Silly Bandz’in 25’in üzerinde farklı konseptte satılan paketleri de oldukça uygun fiyatlardan satıldığıiçin çocuklar ve gençler tarafından kolayca alınıp biriktirilebiliyor. Tabii bu durumdan herkes çocuklar kadar memnun değil. Geçen ay Amerika’da iki okul, çocukların birbirlerinin bilezikleriyle ilgilenmekten dikkatlerini derse vermedikleri gerekçesiyle Silly Bandz’i sınıfta takmayı yasakladı. Bilezikler, Fashion Bandz markasi ile Türkiye’de de D&R mağazalarında satılmaya başlandı. Bir paketin fiyatı 3.49 TL.Silly Bandz markası ise çok yakında Nezih Kitabevleri ve başka noktalarda satışa sunulacak.



Bu trende kendini kaptıranlar sadece çocuklar değil. Katy Perry ve Rebeca Romjin dışında, Sarah Jessica Parker ve Mary Kate Olsen gibi stilleriyle çok konuşulan ünlüler de Silly Bandz modasına ayak uydurmuş görünüyolar. Tabii onlarca bileziği üst üste takan çocukların aksine onlar bir seferde tek bir renk kullanmayı tercih ediyorlar. Ünlü gurme Anthony Bourdain bile son zamanlarda televizyon programı için bu bileziklerden takarak kamera karşısına geçiyor.

12 Ekim 2010 Salı

Ümit Ünal: "Her moda bir gün ölümü tadacaktır."

Sizi uyarıyorum. Bu röportajı okuduktan sonra Ümit Ünal’ın mutsuz, işini sevmeyen, sürekli şikayet eden bir adam olduğunu düşünebilirsiniz. Ama öyle değil. Gerçekten değil. O galiba sadece her şeyi herkesten biraz daha fazla sorguluyor. Sorularıma verdiği “Hayır, yok,istemezdim,düşünmedim” ile başlayan cevapları, insana “ Oh be, bütün moda tasarımcıları aynı değilmiş” dedirtiyor.

Ölümsüz olduğunu düşündüğün bir moda tasarımcısı var mı?

Yok. Çünkü ben zaten modaya bitmesi, rafa kaldırılması gereken bir durum olarak yaklaşıyorum. Tamamen tüketim odaklı olduğu için konu moda olunca kalıcı olan hiçbir şey olmadığını düşünüyorum. Modacılar da dahil olmak üzere. Belki o bireylerin daha kalıcı yanları vardır ama modacı tanımlamasıyla ele aldığımızda, verdikleri hizmet doğrultusunda kalıcı olduklarını düşünmüyorum. Ama mesela sinemacılar için böyle düşünmüyorum. Modanın bir parça da gerçek kurgudan noksan olduğunu düşünüyorum. Yani denklemini, alt yapısını diğer disiplinlerle eşitlemeye çalıştığımda gerçekçiliğini en az hissettiğim durumlardan biri moda.

Moda senin içn yüzeysel bir kavram mı yani?

Evet kesinlikle. Kişilerin, fikirlerin, duyguların hatta insanın kimliğinin bile kalıcı olmadığını düşünüyorum. Sadece bir kılıf formatındaki bir şey, bir kap bütünü anlatamaz. Moda derin değil tam tersi son derece sığ. İçinde bulunduğum mesleğin ve onun dünyadaki algısının pesimistik bir şekilde değil ama kolay bir disiplin olduğunu düşünüyorum. Sizin kendinizi anlatmanıza ya da bunun üstüne bir şey kurgulamanıza izin vermeyen kendine ait ama sığ bir tavrı olan bir meslek.

Sinema yapmayı düşündün mü hiç?

Hayır. Çok iyi bir izleyiciyim çünkü. Yani izleyici olmak daha çok keyif veriyor bana ve yaşamda hayranlık duyma durumu benim için çok önemli. Tarkovski'yi asiste etmeyi çok isterdim mesela. Lars Von Trier de öyle. Ve aralarında en eğitimsizi olmasına rağmen beni çok eğiten Kim Ki-Duk. Onların filmleri yaşamayı yorumlamam kapılar, pencereler hediye ediyor bana.

Röportajın burasında bir an acaba sinemacı olan Ümit Ünal’la mı röportaj yapıyorum diye şüpheye düştüm. O konuşurken çaktırmadan etrafa baktım. Kıyafetler, aksesuarlar her şey normal. Doğru yerdeyim. Şu son sinema sorusunu da sorayım, sonra modaya geçeceğim söz. Amaan zaten hep moda, hep moda...

Sevdiğin yönetmenlerden birinin filmlerinde kostüm tasarlamak ister miydin?

Bilmiyorum, istemezdim sanırım. Mesela Tarkovsky’nin bir filminin kostümünü hazırlamaktansa onun filminin prodüksüyonunda olmak ya da ona kendini iyi hissettiren, hoşlandığı şeyleri ayağına getiren yardımcısı olmayı daha çok isterdim. Kostüm yaparsam yine derin bir şey yapmıyor olacağım. Yani giysi ne kadar önemli filmlerde? Dönem filmlerinde zaten her şey çok tanımlı. Füturistik filmlerde her şey çok yapay. Ben böyle bir hayranlık beslerken filmin küçük bir parçasında olmak yerine yönetmenin küçük bir parçasında olmayı tercih ederim. Söylemlerimden sanki kostüm hazırlamayı sevmiyormuşum gibi algılanmasın ama görüntü yönetmenliğini yapmak da isterdim. Tarkovsky’i ya da Kim Ki- Duk’la oturup onların hayal ettikleri şeyin görüntüsünü, rengini seçmek isterdim. Hiç değilse bir şeyler öğrenmiş olurdum.

Ümit Ünal Doors senin için ne ifade ediyor?

Aslında burası enteresan. Bir arayış mekanı benim için. Bazen aşık olduğum, bazen nefret ettiğim çok gerçek bir mekan. Adı benim için çok önemli. Ümit Ünal’ın kapıları. Burası çok sevdiğim, yaşamımın içinde ait hissettiğim bir yerdi. Ofis olarak kullandım. Sonra kapıları açtım mağaza olarak kullandım. Şimdi atölye ve mağaza olarak kullanıyorum. Sığınaklarımdan biri burası. Galiba çok fazla geleceğe yönelik yaşamayı sevmeyen bir adam olduğum için tanıdığım duygularda dolaşmak çok hoşuma gidiyor. O yüzden mekanın büyüsü de çok ben galiba. ( Bu sırada içeri bir sürü insan girip çıkıyor. Ama biz sohbetimize devam ediyoruz. Tabii ben içimden kıyafetlere bakan kadına “ Hayıır o pembe elbise benim olacak, sakın almayın onu” diyorum)Burası beş kişilik bir kardeş şirketi. Eskiden kardeşlerimle oturduğumuzda kapılar ve camlar kapalıyken içeri giren kişileri ağırlamakla ilgili çok ciddi travmalarımız olurdu. Sonra dedim ki; bizim zilimizi çalıp içeri giren kişiler bizim dünyamızın içine giren insanlar. Saygı duyulması gereken bir şey varsa önce içeri giren kişinin o mekana girdiğinde o yaşama saygı duyması gerekiyor. O yüzden bırakalım onlar bizi kazanmak için uğraşsınlar. Bu düşünce içimde doğduktan sonra çok rahatladım. Mesela seninle sohbet ederken içeri girip biri alışveriş yapıyor. Onun bizim umrumuzda olma durumuyla bizim onun umrunda olma durumumuzu çok eşitliyorum diye düşünüyorum. Eski dönemdeki bir han gibi gerçek karşılaşmaların sayısının az olduğu, tesadüf karşılaşmaların çok olduğu kaybolma ve kendini bulma mekanı burası.

Bu mekanın iç tasarımı da çok enteresan?

Mekanın üstündeki ampüllerin çıplaklığı Tarkocvskinin hayattaki yalınlığından yola çıkarak böyle yapıldı. Yerdeki izler onun filmlerindeki hırpalanmış ve soğuk durumları ifade ediyor. Suyu çok seviyor çünkü. Ben de yerlerde su hissini verebileceğim patineler yaptım. Duvarlarda kapılar var. Fransızca sanatçı girişi yazıyor. Sanatçının, tasarımcının beyninde kapılar vardır ve nereye açıldığını bilmezsiniz sadece girmeniz gereklidir. Ben de duvara açılan kapılar olsun istedim. Duvarlarındaki yazılar en sevdiğim kitaplardan, şarkılardan alıntı. Yine duvardaki siyah lekeler beynimin içindeki siyah lekeleri ifade ediyor. Grilikler ise bir şey düşünmeye başladığımdaki gri sisler. Figürler ise anlatmak istediğim şeyleri kostüm dışında anlatma çabalarım. Aslında bir not defteri gibi Ümit Ünal Doors. Ama burda çalışan, yolu burdan geçen insanların da konuk olduğu bir yer.

Sen uzun zamandır Tünel’desin. Ama Asmalımescit ve çevresi yeni yeni hareketlenmeye başladı. Buranın yeni hali hakkında ne düşünüyorsun?

Ben 16-17 yıldır bu arka sokak ve burdayım. Başka moda coğrafyaları vardı bu kentin. Daha çok Nişantaşıydı mesela. O da en az moda kadar bana uzak bana uzak algıladığım, samimi bulmadığım bir mekandı. Bu yüzden Tünel’i seçtim. Tünel de beni seçti. Sanat için bilet almak, sanat için hazırlamak, sanatı tuhaf prosedürlerden satın almak çok rahatsız ediyor beni hep. Sanatın o farkına varmadan ya da siz farkına varmadan birbirinizin içine girmeniz benim için natürel olan. Tünel bundan 15 yıl önce sokaklarında ateş danslarının yapıldığı, iyi bir çayı çok uygun fiyata içebildiğiniz,bir kafeye girdiğinizde atıyorum bir İspanyol gezginin oranın mutfağına girip size omlet yapmasına vesile olan bir mekandı. Şimdi başka bir adres bulamıyorum ama burdan da sıkılıyorum. Ait olmadığı insanlar buluşmak zorunda olduğunu düşünüyorum rahatsız olduğunu düşünüyorum sokakların bu insanlardan. Artık mekan insanlara küstü insanlar da mekanı kullanıyor. Buradaki barlara bakıyorum insanlar mekan için değil mekan popüler olduğu için geliyorlar. Fransız sokağı da korkunç yapay geliyor bana. Buranın moda olmasını hiç istemezdim ama maalesef... Böyle bir hakkım yok evet ama, artık daha donuk yürüyorum bu sokaklarda. Artık Asmalımescit’le aramda ciddi bir uçurum var.

Ölüm ne renktir sence?

Ölüm benim için bir evre. Yokuluş değil. Bilgeliğin sınırlığına ulaşmak için sınıf atlama seansı gibi görüyorum. Yani karne alma dönemi gibi. Bir nokta tamamlanıyor ve ikinci evre, üçüncü evre, dördüncü evre derken yaratıcılığıyla buluşma anına yaraşır olmak için evreleri tamamlıyoruz. Bildiğimiz anlamdan reenkarnasyon değil ama. Benim taptığım renk gri. Nedenini bilmediğim bir tutkuydu ve hiç vazgeçmedim. Finaline hiç yaklaşmak istemediğim bir öyküm var. Ordaki baş karakterimin adı Gri. 11 yaşında bir çocuk. Alt markamın adı da Ümit Ünal Gri. Wittgenstein’ın renkler üzerine bir okuma kitanbı var, bilirsin. Şey der: “Ateşin rengi gri neden olmasın? Çünkü ateşin evrelerindendir kül ve final noktasındaki kül griyse ateşin rengi gri olabilir. Ölümün rengi de bir evre rengi yani gri. İçinde istediğiniz rengi, sizin renginizi görebileceğiniz bi renk. Nötr kalmayı becerebilen tek renk. Ölüm de güzel bir kül grisi diye düşünüyorum

Son koleksiyonun bir şarkı söylüyor olsaydı, ne söylerdi?

Son koleksiyon enteresandı çünkü kendini yeniden istediği gibi yaşayan, kendini istediği gibi yeniden yaratanlar var mı diye düşündüğümde dünyadaki komünal yaşamlara doğru yola çıktım. Ve işte önce ilk duran pensylvanya ve ohayo çevresindeki amish people oldu. Onlara çok ciddi bir kimlik hayranlığı besledim. Şimdi kendini Rusya’da bir garaja kapatmış, sokakla uyum sağlamayan androjen gençlerin hayatını anlattığım bir hikayenin üstündeyim. Şu dönem en çok dinlediğim müzik Anthony and the Johnsons’un “I’m bird albümü. Orada açılış şarkısı “ Hope there is someone” Sözlerinde; “Umarım orada biri vardır düştüğümde beni yakalayacak ve ölüme doğru giderken (ki konumuzla da çok ilgili) orada bir adam görür gibiyim ama dizlerine kapandığımda yüreğimi özgür bırakır mı?” Diyor. Son koleksiyonum bu şarkıyı söylüyor olabilir.

Son zamanlarda Türkiye’de modaya verilen önem iyice artmaya başladı. İnternette, dergilerde, mekanlarda her yerde moda var. Ne düşünüyorsun?

Yaşamın içinde neden varolduğumuuz soruyorum meslekten önce ve hiçbirimizin bilmediğini düşünüyorum. Fakat kim olduğumuzu öğrenmek için çabalıyoruz. neden geldiğimizi son güne kadar öğrenemeyceğiz diye düşünüyorum. İnsan bence en akıllı değil en ilkel yaratık. Çünkü narsiszmin, hedonizmin ve egoizmin başka bir yaratıkta daha böyle toplanması mümkün değil. Ben bu ülkede yaşarken tasarımcı olmanın neden bu kadar önemli olduğunu da anlamlandıramıyorum. Biriyle görüştüğümde “ Beni dünya tanısın diyor.” Ben de içimden diyorum ki, dünya onu tanırken o kendini tanıyor olabilecek mi? Zaten biz birer tasarımız. Tasarımcı olmamız bize hediye edilmiş bir durum değil bence. Konu moda olunca da sonuçta insan vücudu oturmuş durumda ve buna bir kılıf yapmak çok olağanüstü bir durum değil bence. Ama duyumsamanın çok önemli bir kanal. Konuyu lokasyon olarak ele alırsak burası pesimistik bir şekilde söylemiyorum ama asla ve asla bir moda ülkesi değil. Bu kentin mimarisine, insani tavrına, homojen olmayan yapısına baktığımda moda için olabilecek en ilkel duraklardan biri olduğunu görüyorum. Giyim kültürünün gittikçe kötüleştiği bir durak. İnançların, inancın giyim kültürünün ,ben onlardan değilim zorlamasıyla iyi giyindiğini düşünenlerin yeri. Moda yazısı ya da moda kanıtı gördüğünde bunun önemli bir yanılsama olduğunu düşünüyorum. Modayla uğraşan herkesin yalnız kaldığında kendisini ayakta tutabilmek için nereden güç aldıklarını merak ediyorum çünkü ben bu gücü bulmuyorum burada sokakta dolaşırken. Bir takayla Eminönü’ne gittiğimde, Mısır Çarşısı’nda dolaştığımda ve insanların giyim kültürlerine baktığımda kimsenin modayla ilgisi olmadığını gördüğümde moda sayfalarını, moda yazılarını okumamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Moda tasarımcıları derneğinden de ayrıldın bildiğim kadarıyla?

Moda Tasarımcıları Derneği’nin kurucularındandım ama herhalde 8-10 ay önce ayrıldım. Çünkü bu giyim kültürünün kötüleşmesine ve insanların çabasızlıklarına eşlik etmekten vazgeçtim. Moda tasarımcısı olarak tanımlansam da Ümit Ünal olmaktan çok Ümit’i besleyen ne var diye düşündüğümde bu ülkede Zeki Demirkubuz filmleri, İstanbul’daki bir kaç oyun, onun dışında Haluk Akakçe’nin tavırları beni besliyor ama işte o kadar... Şu aralar annemin evinde çok sık kalıyorum ve dizileri seyrediyorum onunla beraber. Hiç rahatsız değilim ama bir dizi var mesela insanların ev mekanında öyle giyinebilme durumlarına baktığımda böyle bir boyuta düşünemiyorum. Tam ortasında olduğum bir meslek için hiç inandırıcı gelmiyor bana.

Başka bir yere gitmeyi hiç düşündün mü?

Düşünmedim. Sadece son zamanlarda çok sıkıldığımda acaba çok geç kalmadan Yohji Yamatomun yanına gidip onun asistan ekibinden biri olsam mı diye düşündüm. Sonra ya Japonya ya da Paris’e gideyim dedim ama sonra ben bir kent olsaydım sadece İstanbul olabilirdim ve çok İstanbullu’yum. Gidersem daha mutsuz olurum götüreceğim adam bu adam çünkü. Üstümdeki kodlarda bunlar var. Özümde mutluyum. Rahatsız değilim ama bazen acı çekiyorum acı çekince de insan olduğumu hatırlıyorum. Ama arada nefes almak, değiştirmek ve tekrar özlemek için küçük seyahatlerim oluyor. Onlar da beni motive ediyor.

Astrolojiye ya da kadere inanıyor musun?

Kader tanrıçalarına ve kadere ilgim var. Bir dönem tüm kutsal kitaplar çok ilgimi çekti ve bunlarla ilgili araştırma yapınca evren yaratıldığında tüm ruhların yaratıldığını öğrendim. Tevrat’ın eski ahitleriden Kuran- ı Kerim’e kadar okudum. Astroloji’nin, kökbilimlerin Nephilim’lerle ilgisi olduğunu düşledim. Eğer evren yaratıldğında tüm ruhlar yaratıldıysa 1960 yılının 15 Kasım’ında cumartesi sabah 6.00’da bu adamın bedenlenmesinin bir anlamı olmalı diyorum. Yazdan nefret ediyorum. Yağmuru, suyu ayağımın altında değil de başımın üstünde hissetmek çok hoşuma gidiyor. Bu yüzden benim oluşumunun, zamanlamsamın bir anlamı var. Akrep burcu olmam evrendeki tüm maddelerin o dönemdeki dönüşümü ve gelişimiyle de ilgili bir anlamı var. Psikolojiyle ilgili değil ama kimliksel klonlanma biçimim ya da kendi kökümle, hücre kökümle zamanımın, iklimimin, saatimin çok ilgisi olduğunu düşünüyorum.

Ayşim Özgür, 46 Dergisinde yayınlanmıştır.
Fotoğraf: Mehmet Turgut

10 Ekim 2010 Pazar

Logosal durumlar



Gap'in yıllardır görmeye alışık olduğumuz logosu değiştirilince, sonuçtan kendileri dahil kimse memnun kalmadı. Zaten uzun süredir kıyafetlerin etiketlerinde eski logo kullanılmıyordu. Ama senelerdir tişörtlerin üzerinde koca puntolarla görmeye alışık olduğumuz logonun değişecek olması kimsenin hoşuna gitmedi anlaşılan.
Bir de şu hayatta hiçbir fırsatı kaçırmayıp hemen internet sitesi açanlar var. İşte bu da onlardan biri. Tutulmayan logoyu kendinize uyarlayabiliyorsunuz :)

http://www.craplogo.me/

9 Ekim 2010 Cumartesi

Yargıcı modanın başkenti Paris'te

Türkiye’de hazır giyim denince akla gelen ilk markalardan Yargıcı, Avrupa’daki ilk mağazasını Paris’in gözde alışveriş noktası Rue de Passy’de açtı



Birkaç hafta önce Paris'te açılan Yargıcı mağazası şimdiden şıklıklarıyla meşhur Fransız kadınlarının ilgisini çekmeye başlamış bile. Zaten Rue de Passy, Paris’in 16. bölgesinde, yani gelir seviyesinin yüksek olduğu bir yerde ve turistlerden çok Fransızların alışveriş yapmayı tercih ettikleri bir cadde olarak biliniyor. Burada H&M, Zara, Gap gibi global markaların da şubeleri var ama caddenin en geniş cepheli mağazası Yargıcı’nınki.
Paris’teki Yargıcı mağazasının başında, markanın sahibi Emir Yargıcı’nın Paris’teki ortağı Miriam Benardate duruyor. Kendisi aynı zamanda Emir Yargıcı’nın kuzeniyle evli. Benardate mağazanın hem koleksiyonuyla hem de konseptiyle çok beğenildiğini söylüyor: “Yargıcı’nın ürünlerinde mutlaka fiyonk, dantel ya da çiçek gibi küçük ama şık detaylar olur.
Bu
da Fransız kadınlarının çok hoşuna giden bir şey. Mağazanın önünden geçip de ‘Bu hangi ülkenin markası, İtalyan mı?’ diye soran çok oldu, buradan geçen Türkler ise önce şaşırıyorlar sonra da çok
gurur duyduklarını söylüyorlar.”
Ancak Yargıcı mağazası sadece Fransız kadınlarının değil basının da ilgisini çoktan çekmiş bile. Kasım sayılarında yer vermek için mağazaya gidip çekim yapanlar arasında Elle, Madame Figaro ve Marie Claire gibi Fransa'nın
meşhur kadın dergileri de yer alıyor. Miriam Benardate, eğer ilgi böyle devam ederse Paris’te başka şubeler açma hazırlıklarına da başlayacaklarını söylüyor. Avrupa'da açılacak yeni bir mağaza için sıradaki şehir ise Londra.
Mağazanın oldukça övgü alan dekorasyonu ve vitrini de aslında
Türkiye’deki 22 Yargıcı mağazasıyla tamamen aynı. Tasarımı Ali Doruk tarafından hazırlanan mağaza konseptinin Paris’teki uygulamasını ise Fransız Deco Production şirketinden mimar Richard Zagdoun yaptı.

En çok şal ve triko satılıyor
Mağazada Yargıcı’nın hem aksesuar hem de kıyafet koleksiyonundan Türkiye’de olan bütün ürünleri bulmak mümkün. Biz mağazada olduğumuz sırada içeri giren ve alışveriş yapan pek çok kişi oldu. Markanın kış koleksiyonu toprak tonlarındaki renkleri, sade tasarımları ve zarif desenleriyle Parisli kadınların giyim anlayışlarıyla oldukça örtüşüyor. En çok ilgi gören ürünler ise tıpkı Türkiye’de olduğu gibi markanın şal, triko gibi artık birer klasik haline gelen ürünleri.

Ayşim Özgür, Milliyet Cumartesi