31 Mart 2010 Çarşamba

“Vur makası” modaya uysun

Yohji Yamamoto

Teyelli bırakılmış pantolonlara, makas darbelerine yenik düşen kıyafetlere yer açın!

Bu sezon moda atölyelerinin atölyelerin başlıca işi birleştirmek ve dikmek değil, kesmek, yırtmak ve delmek olmuş gibi görünüyor. Eğer görüşünüze biraz asi, biraz seksi ama kesinlikle zevk sahibi bir dokunuş eklemek istiyorsanız, bu trendi pek çok parçada kullanabilirsiniz. Delik deşik gibi görünen bir elbise fazla mı iddialı geliyor? O zaman yırtılmış jean pantolon ya da taytları deneyin. Onları fazla salaş buluyorsanız, kesilmiş gibi görünen ayakkabılar imdanınıza yetişir! Yani kısacası bu bahar, bu modaya ayak uydurmamak için hiçbir bahaneniz yok! Çünkü trikolar bile gevşek ve sökülmüş hissi verilen modellerle karşımıza çıkıyor.
80’li yıllardan beri aşina olduğumuz yırtık jean pantolonlar bu yıl yerini yırtık taytlara bırakıyor gibi. Favori kıyafetlerinden biri yırtık tayt olan kişi ise bugüne kadar çarpıcı stili ve eksantrik seçimleriyle herkesi yeteri kadar şaşırtan Lady Gaga. Giydikleri ile her zaman dikkat çeken bir başka ünlü Katy Parry ise “ısırılmış” biçimde çıkmıştı karşımıza! Katy Perry’nin MTV ödül töreninde giydiği kırmızı Viktor&Rolf elbisesinin eteğinde dev ısırıklar var gibi görünüyordu. Ve bu elbiseyle, moda dünyasında bir şeyleri yarım yarım görmeye başlayacağımıza dair ilk ipuçlarını veriyordu.

Bu trend nasıl uygulanır?
Aslında bu trendin en sevindirici yanı kesinlikle ona ayak uydurmanın fazla zor olmaması. İşe koyulmak için sadece bir şey satın almanız yeterli: Makas! Dev moda evlerinin bazıları karmakarışık ve asimetrik kesimlere yer verirken bazıları da ona sade bir tasarım öğesi olarak yer veriyor. Bu yüzden aslında neyi nasıl kestiğinizin pek önemi yok, gelişi güzel olmak da serbest planlı olmak da! Sadece onları giyerken iç çamaşırlarınızın yerleşimiyle ilgili oldukça stratejik davranmaya özen gösterin.

Daha sakin versiyon: Cut out
Bütün bu trendlerin biraz daha kontrollü bir versiyonu ise “cut out” adı verilen elbise modeli. Bu elbiselerin özelliği, belirli yerlerinin sonradan kesilip çıkarılmış gibi görünmeleri. Onları ideal kılan özellikleri ise, abartılı dekoltelerden uzak durarak dikkat çekmeyi sevenler için biçilmiş olmaları. Bu elbiselerin ister biraz punk olanlarını tercih edin,
ister biraz daha sportif olanlarını, ya da bandaj modellerini. Mutlaka biri stilinize uygundur. Cut-out elbiseleri seven ünlülerin başında ise Fergie geliyor. Fergie, bugüne kadar pek çok davette bu elbiselerin çeşitli modellerinden giydi. Herve Leger’ın siyah cut out elbisesini de pek çok ünlü ismin üzerinde gördük.

Ayşim Özgür, Milliyet Cumartesi

28 Mart 2010 Pazar

Louise Ebel

Fotoğraf: TeenVogue

Fransa’da ‘ it girl’ olmak için mutlaka ünlü birinin kızı olmak, ya da reklam kampanyalarında boy göstermek gerekmiyor. Bunun en büyük kanıtı ise fotoğrafını muhtelemen defalarca Sartorialist ya da The Street Walker’da gördüğünüz Louise Ebel. O, Paris’in gerçek ve çağdaş sokak stilini yansıtıyor, önemli olan da bu zaten. Çünkü Paris, sokaklarında her gün onun gibi binlerce genç kızın dolaştığı dünya’nın en şık şehri! Louise nam-ı diğer Miss Pandora, aslında bir sanat tarihi öğrencisi. Ancak internette dolaşmaya başlayan fotoğraflarından sonra bir anda fotoğrafçılara, bloggerlara ve moda dünyasındaki pek kişiye ilham perisi oldu. Louise’in stil sırlarının en başında klâsik Parizyen zarafete rock detaylar katması. Stilini “ etrafımdaki her şeyin bir kombinasyonu ve kültürel tercihlerimin bir yansıması ” diye tanımlıyor. Bu ismi aklınızda tutabilirsiniz, çünkü önümüzdeki yıllarda çok daha sık duyacağımıza eminiz.

26 Mart 2010 Cuma

En Güçlü Halka



Büyük hobo çantalar sırt kaslarını geliştirmek için iyi bir tercih olabilir. Portföylerin zarif durdukları da doğru. Ama gerçekten zamansız bir klâsik varsa, o da kesinlikle zincir saplı çantadır!

Bu sezon bir sinema yıldızının, bir doktorun, bir yazarın ya da üniversite öğrencisinin ortak noktaları nedir? Zincirli çanta kullanmaları! Tıknaz plastik zincirlerden tutun da Chloé’nin zarif halkalarına kadar bütün çantalar omuzlarımızı zincire vurdu. Biz de onlara vurulduk! Zincir saplı çantalar, çanta yelpazesinin pratik ama rahat tarafında duruyor çünkü onu kullanan kadınların mottosu “ellere özgürlük! ” Ne de olsa hem şık bir çanta kullanıp hem de rahatça şampanya kadehi tutabilmek her kadının hakkı olmalı.

Zincirli çantaların anneannesi olan Chanel 2.55 gözdeliğinden hiçbir şey kaybetmediği gibi gün geçtikçe daha da değer kazanmaya başladı. Ön astarını Coco Chanel’in aşk mektuplarını saklamak için tasarladığı rivayet edilen çantanın meraklıları vintage 2.55’leri bulmak için birbirleriyle yarışırken son yıllarda üretilen renkli versiyonlarının hayranı olanlar da hiç de azımsanacak sayıda değil. Mary Kate Olsen ve Rachel Bilson kırmızı, Alexa Chung ise pembe çantalarını omuzundan düşürmeyenler. Kristen Stewart ise altın renk zincirli çantasını pembe converse’leri ile kombinleyerek süpermarkete gidiyor. Moschino’dan Marc Jacobs’a, Lanvin’den tutun da Fendi’ye kadar bütün ikonik çanta tasarımcıları zincir çetesinin halkası oldu. Üstelik artık bu çantaları sadece gece davetleri ya da partiler sahiplenemiyor.Örneğin Emilio Pucci’nin krem rengi, altın zincir saplı çantası gündüz ofise giderken kullanmak için bile pekâlâ uygun. Ya da zincirine takılan fiyonk ile sert imajını değiştiren Lanvin çantanızı şifon elbisenizle kullanın. Beş çayı için hazırsınız!

Tabii bu çantalara sahip olmak kadar onları nerede kullandığınız ve nasıl bir kıyafetle kombinlemeniz gerektiği. Tamam vazgeçiyoruz. Kabul etmek gerekir ki bu çok da önemli değil. Kate Bosworth Hannah MacGibbon tasarımı Chloé çantasını krem rengi gece elbisesiyle kırmızı halıda, Kate Moss gri Yves Saint Lauren çantasını skinny jean ve pembe gömleğiyle sokakta, Rachel Bilson da Derek Lam tasarımı siyah çantasını harem pantolonu ve beyaz tişörtüyle giyebiliyorsa gerisinin ne önemi var? Zımbalı modeller biraz keskin dokunuşlar isteyenler için ideal. Çantayı çapraz asarak kullanmayı sevenleri unutmayan tasarımcılar özellikle bu sonbaharda zincirlerin boylarını uzatmayı ihmal etmediler. Estetik kalite olarak parlak ve metalik şeyler insanlara biraz güven duygusu veriyor. Kadınların feminen kıyafetlerine biraz huysuz hava katmak istediklerinde ilk başvurdukları aksesuarın zincir saplı çanta olması bu muhtemelen bu yüzden. İşte iktisat bilimini bu yüzden seviyoruz; iyi bir zincir saplı çanta her zaman en iyi yatırımlardan biridir.

Fotoğraflar: Justrared

24 Mart 2010 Çarşamba

Bu yaz ayaklarda " sabo" var!

Kimisi estetik bulmasa da rahatlıkları nedeniyle “clog”lar (ya da bizim için “sabo”lar) bu yazın en önemli ayakkabı trendiModa her altı ayda bir temiz bir sayfa açan bir endüstri gibi görünse de aslında sürekli kendi eski defterlerinden bir şeyler ile karşımıza çıkıyor. Bu ilkbahar/yaz sezonunda oldukça gözde olan “clogs” ayakkabılar da bunun en güzel kanıtı.

Karl Lagerfeld, rustic couture’den ilham alarak sunduğu Chanel’in ilkbahar 2010 defilesinde bu trende ivme kazandırdı. Lagerfeld gibi moda dünyasında bir otorite konumuna sahip olan bir tasarımcının onları kullanması, 70’li yılların fotoğraflarında sabolara bakarak iç geçirenlerin onları tekrar gururla giyebilmeleri için bir tür geçiş izni anlamına gelmiş oldu.
Ama herkes aynı şekilde memnun olmadı. Defileden sonra çoğu kişi, saboların
İsveç’in etnik ayakkabılarına benzediğini ve bu trendin sadece hemşireler, şef aşçılar gibi sürekli rahat bir şeyler giyilmesi gereken mesleklere sahip olanlarla sınırlı kalmasını gerektiğini söyledi. Hatta bazı moda eleştirmenlerine göre bu ayakkabılar korkunç bir moda hatasıydı ve geçmişte kalmalıydı.
Bu ayakkabıların estetik olarak ne kadar iyi göründüklerini tartışanlar bir yana, onları sevenlerin en büyük tercih nedeni rahat olmaları. Boho şıklığını yansıtan ve hippilerin vazgeçilmezi olan sabolar geri dönüşlerini, aslına sadık kalarak ama ona
yeni formlar ve eğlenceli desenler de ekleyerek kutluyorlar. Yüksek ya da alçak topuklu, burnu açık, hatta bot şeklinde sabolar bile vitrinleri süslüyor.

Herkes kendine göre yorumladı
Takunyaları da anımsatan sabolar konusunda olmazsa olmaz detaylar ise deri astar ve ayakkabının etrafındaki metal zımbalar. Chanel ve Louis Vuitton dışında bu trende ayak uyduran pek çok başka marka var elbette. Hepsi de ayakkabıları kendilerine göre yorumlamış. Wera Wang’in saboları motorsiklet botlarını andırıyor ve tabanları hafif bir materyalden yapılmış. Gucci’nin Janis saboları ince ve yüksek topuklu, Miu Miu’ninkiler çiçek desenleriyle tam baharlık! Diane Von Furstenberg’in dolgu topuklu modeli ise süet kumaşıyla dikkat çekiyor.
Ünlüler dünyasında bu trende öncülük eden isim ise hiç şaşırmayacağınız biri; Alexa Chung. Mary Kate ve Ashley Olsen kardeşler de son birkaç sezondur sıklıkla clog giyiyor. Yumuşak deriden yapılan modelleri tercih eden ikizlerin
renk seçimleri ise siyah ve kahverengi gibi koyu renklerden yana.

Topuklar yüksek olmak zorunda değil
Bu sezon ayakkabı konusunda en önemli kural kesinlikle rahatlık. Bu yüzden “kitten heels” adı verilen minik topuklu ayakkabılara eğilim oldukça fazla. Michelle Obama’nın da favorisi olan minik topuklu ayakkabılar, hem topuklu ayakkabının şıklığından vazgeçmek istemeyenler hem de rahatlığından ödün vermek istemeyenler için ideal tercih olabilir. Tasarımcılar, artık biraz da hem çok yüksek topukluların hem de dümdüz ayakkabıların ayak sağlığına zarar verdiğini söyleyen doktorların sözüne gelmiş gibi görünüyorlar. Minik topuklu ayakkabıların ahşap görünümlü olanlarının yanı sıra pek çok başka modeli de mevcut. Roberto Cavalli’nin ilkbahar/yaz 2010 koleksiyonunda dikkat çeken kesilmiş görünümlü ahşap topuklar ve Nine West’in dolgu topukları da alternatifler arasında.
Ayşim Özgür, Milliyet Cumartesi

Kanyon'un ışıklarına neler oluyor?


Biliyorsunuz, (belki de bilmiyorsunuz) 27 Mart Cumartesi akşamı saat 20.30-21.30 arası WWF'in Dünya Saati (Earth Hour) kampanyasının uygulaması var.
Küresel ısınmaya karşı duyarlılığını göstermek isteyen herkes o gün, o saatler arasında ışıklarını kapatacak. Böylece görsel ve sembolik bir mesajla küresel iklim değişikliğiyle ilgili duyarlılığımızı göstermiş oluyoruz.
Kanyon da bu uygulamaya katılacağını ve o gün çarşı içinde ve ofis binalarında aydınlatmaların kapatılacağını açıkladı.
Bir alışverişkolik olarak bir alışveriş merkezinin böyle bir uygulamaya duyarlılık gösteriyor olmasını son derecede sevindirici buldum. Zaten kapalı yerlerde bir süre sonra fenalıklar basan bir insan olarak Kanyon'u her zaman sevmişimdir canıım:)
Tabii bir saat ışık kapamakla bu işin bitmeyeceğini biliyor. Alışveriş merkezi- tüketim toplumu- küresel ısınma gibi kavramlar arasındaki ilişkileri düşünmeyi de size bırakıyorum.
Diğer alışveriş merkezleri! Kanyon'u örnek alın biraz...
(Gerçi İstinye Park, zaman zamann öyle karanlıklara gömülüyor ama bunun küresel ısınmayla değil elektrik sistemleriyle ilgili bir durum olduğunun farkındayız.)

21 Mart 2010 Pazar

Clémence Poésy


1982 doğumlu aktris ve model, Fransa’da rol aldığı pek çok sinema filminden sonra asıl çıkışını Harry Potter’daki rolüyle yakaladı. Stili ise adeta günümüz Fransız kızlarının stilinin bir özeti gibi; hoş ve çarpıcı. Ama seksapelini asla insanın gözüne sokmuyor. Chloé’nin parfümünün yüzü olduğu günden beri medyanın ona olan ilgisi hiç azalmadı ve neredeyse her ay bir derginin kapağını süsledi. Clémence Poésy’nin stilinde çok avantgarde ya da karmaşık olduğu söylenemez. Hatta genelde skinny jean, deri ceket, büyük güneş gözlükleri gibi alışıldık parçaları tercih ediyor ve bej, gri gibi tarafsız tonların yer aldığı renk paletlerine sadık kalıyor. Blazer ceketler ise vazgeçilmezi! Davetlerde Karl Lagerfeld’e eşlik ederken görebileceğimiz bu genç kadının, bilmeyenler için Fransız olduğuna dair en büyük ipucu ise her zaman doğal bir şekilde açık bıraktığı saçları ve duru teni...

17 Mart 2010 Çarşamba

Breton breton breton






Çizgi deseni, modası asla geçmeyecek olan bir klasik. Ama her klasiğin olduğu gibi onun da bazen biraz gözden düştüğü zamanlar oluyor. Bu yıl ise kesinlikle onlardan biri değil çünkü nereye baksak çizgiler görüyoruz.
Pek çok kült moda öğesi gibi breton desenli üstleri de stil dünyasına kazandırdığı için Coco Chanel’e bir kez daha teşekkür etmek gerekiyor belki de. Fransız denizcilerin üniformalarından
ilham alarak kendine lacivert-beyaz çizgi desenli bir bluz tasarlayan ve onu bol paçalı pantolonuyla kombinleyen Coco, böylece bir ikonun daha doğmasına yol açmış.
Enine çizgililer, “Her kadının dolabında bulunması gereken kıyafetler” listelerinde her
zaman ilk sıralardaki yerini alıyor. Artık bu desenin insanı olduğundan daha kilolu gösterdiğine ve onlardan kaçınmak gerektiğine dair bütün sıkıcı kuralları unutun. Kolay giyilen, kolay elde edilen, giyene zarif ve rahat bir görünüm kazandıran bu çok yönlü desende önemli olan; ne ile ve nasıl kombinlemek gerektiğine karar vermek.

Geri dönüşün ilk sinyali

Breton üstler genelde uzun kollu, kayık yaka ve çizgilerin göğüs hizasında başladığı modeller ile karşımıza çıkıyor ama ona
farklı yorumlar getiren tasarımcılar da var. Fransız modaevi Chanel, hem bu trende ayak uydurmak istemiş hem de kurucusu Coco Chanel’i anmak istemiş olmalı ki, sonbahar sezonunda meşhur breton desenli uzun kollu tişörtün üzerine kendi logosunu işleyerek piyasaya sürmüştü. İlk alıcılarından biri de Claudia Schiffer oldu.
Yetenekli moda tasarımcısı Christopher Decarnin de geçtiğimiz sezon Balmain için hazırladığı koleksiyonda bu klasiğe farklı bir yorum getirerek vatkalı omuzlar ve ışıltılı bir kumaş ile sunmuştu. Böylece çizgilerin geri dönüşünün ilk sinyalleri verildi.
Elbette bu deseni
sadece tişörtlerde görmüyoruz. Bu yıl ona elbiselerde, eteklerde ve hatta ceketlerde bile rastlamak mümkün. Karen Walker ilkbahar/yaz 2010 defilesinde, breton desenli kıyafetlerin yanı sıra siyah bir elbisenin altından bile çizgi desenleri göstererek bu trendi farklı şekillerde kullanmanın da mümkün olduğunu göstermişti.

Breton adı nereden geliyor?

Enine çizgi desenine “breton” deniliyor olmasının şöyle bir hikayesi var: Rivayete göre
Fransa’nın kuzeybatısında, İngiliz Kanalı ile Biskay Körfezi’nin arasında bir yerde yer alan Brittany isimli yarımadanın siyah-beyaz enine çizgili bayrağı, Fransız denizcilerin üniformalarına da ilham kaynağı olmuş.


Ünlülerin de seçimi breton

Breton desenli kıyafetler, sanat dünyasının da her zaman favorisiydi. Stilleriyle yıllarca herkesin hayranlığını kazanan Brigitte Bardot, Edie Sedgwick,
Jane Birkin gibi efsanevi kadınların da gardıroplarının vazgeçilmez bir parçası oldu. “Coco Chanel’den Önce” filmini izleyenler de hatırlayacaktır. Filmde Coco’yu canlandıran Audrey Tautou’nun breton desenli tişörtüyle göründüğü sahne, filmin en dikkat çekici karelerinden biri olmuştu.
Ünlü ressam Pablo Picasso’nun da breton desenli, uzun kollu tişörtüyle çekilmiş pek çok fotoğrafı var. 1940’lı yıllarda ise St. Germain bölgesindeki caz müzik tutkunu gençler arasında ise neredeyse bir üniforma haline gelmiş.
Breton deseninin, bohem sanatçılar ve zamanın asi gençleriyle arasındaki hikaye bunlarla da sınırlı kalmıyor.
O dönemlerde gençler arasında gerçek anlamda bir stil ikonu olan
Elvis Presley’nin 1957 yılında “Jailhouse Rock” filminde giydiği çizgili gömleği de sokaklarda çizgili gömlekle dolaşan pek çok gence ilham kaynağı olmuştu.
60’lı yılların ortalarına gelindiğinde ise Andy Warhol ve Factory ekibinin ve dönemin en sevilen aktrislerinden Jean Seberg’in de asi dünyalarındaki yol arkadaşıydı.
80’lerde bu deseni lüks
moda dünyasına geri dönüşüne sebep olan isim ise tasarımcı Jean Paul Gaultier.


Ayşim Özgür, Milliyet Cumartesi

16 Mart 2010 Salı

Bir Moda Haftasının Sahne Arkası 4. Gün

4.GÜN

Genç Tasarımcılar2 defilesi, moda günlerinin son günü olan 4.günün ilk defilesi ve o ana kadar en erken saatte yapılan defile. Saat 12.00’de başlayacak defile için 10.30’da kulisteyiz. Henüz içeride provalar yapılırken iki salonlu kulisin diğer salonunda da Deniz Mercan defilesinin hazırlıkları yapılıyor. Üzerlerinde beyaz bornoz, ayaklarında çizmeler olan modellerden birkaç tanesi bir yerde toplanmış havaya tekme atıp gülüşüyorlar. Karate mi yapıyorsunuz diyorum? (Bizim jenarasyonun sorunu bu, o kadar çok Karate-Kid izledik ki her tekme atanı karate yapıyor sanıyoruz) Hayır, bu hareket sırt ağrılarına iyi geliyor diyorlar. Günlerce ayakta durup, bir defileden diğerine koşan modellerin birbirlerine öğrettikleri bunun gibi daha ne çok şey vardır diye düşündüm. Birlikte o kadar çok zaman geçiriyorlar ki… Beklerken bilgisayardan ya da cep telefonundan internete girenlerin favori adresleri tabii ki Facebook. Ama kitap okuyup, bir şeyler yazanlar da var. Üç gün boyunca Twilight serisinden kitaplar okuyan kaç tane kız gördüm sayamadım bile. Bu arada İstanbul Moda Haftası’nın modayla ilgilenen insanlara organizasyonda gönüllü olarak çalışma fırsatı vermesi güzel bir olanak. Böylece insanlar yapmak istedikleri işi deneyebildiler. Aynı zamanda moda blogger’ı olan backstage gönüllüsü Nurdan ile konuştum. Ben çok yorulmuş olması gerektiğini düşünüyordum ama son gün olmasına rağmen o gayet enerjik ve güleryüzlüydü ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığını söyledi. İnsanın sevdiği işi yapması böyle bir şey işte. “Modeller son beş dakika içinde buraya geliyorlar, biz de onların giyecekleri her parçayı önceden hazırlamış oluyoruz. Bütün modelleri paylaştık, böylece kim kimi giydireceğini iyi biliyor. “ Önce stylistler ellerinde aksesuar dolu çantalarla geliyorlar ve her şeyi kontrol ediyorlar“ diyor ve ekliyor “yabancı modellerin yerli modellere göre daha uyumlu olduklarını söyleyebilirim. Türk modeller bir sorun çıktığında biraz daha fazla tepki veriyorlar ama onlar da kendi işlerini kendileri yapıyor. Yabancı modeller her konuda yardım istiyorlar.”

Genç Tasarımcılar2 defilesinde yer alan Günseli Türkay, Gül Ağış, Özlem Kaya ve Müge Ersin oldukça heyecanlı görünüyordu ve her biri her şeyi tek tek kontrol etti. Makyajlar ve saçlar doğaldı, yan kuliste devam eden Deniz Mercan defilesinin makyaj tasarımında ise sol gözlere yapılan siyah dantel efekti herkesi epey uğraştırdı.

Defile kulislerinin en heyecanlı kısmı defile öncesi hazırlık olsa da. Bu kulislerde defileler bittikten sonra ki atmosfer de bahsedilmeye değer. Çünkü o ana kadar çalışmış, koleksiyona emek vermiş herkes alkışlanmanın haklı mutluluğunu yaşıyor ve defile bitip kulise dönüldüğünde herkes birbirini özellikle tasarımcıyı tebrik ediyor. Heyecanın yerini artık gurur ve mutluluk almış oluyor. İşin en güzel tarafı kesinlikle bu olmalı. Dört gün süren moda günlerinin üç günü boyunca izlediğim defile kulislerinin ardından; tasarımcılara, modellere, görevlilere, makyaj ve saç artistlerine o meşhur ve beklenen cümleyi söylüyorum “Sizin iş de zor yahu!"

Ayşim Özgür Harper's Bazaar Mart2010

Bir Moda Haftasının Sahne Arkası 2. Gün

2. GÜN

Genç Tasarımcılar defilesinin kulisine girdiğimde biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Aynı anda dört tasarımcının koleksiyonlarının sergileneceği karma bir defile olacak, defilenin başlamasına bir saat var ve herkes gayet sakin görünüyor. Özgür Masur, makyajı yapılan modellerin yanında oturmuş gülerek sohbet ediyor. Zeynep Tosun telefonla konuşuyor. Simay Bülbül ve Zeynep Erdoğan da kıyafetlerin yanındalar. Kıyafetlere göz attığımda genel olarak ortada volümlerin, geometrik ve origamik detayların hakim olduğunu görüyorum. Sanki mimari bir projenin ortasına düştüm! Bu defilede bütün tasarımcılar için ortak olarak sahneye çıkacak yirmi dört model var. Zeynep Tosun ve Özgür Masur on iki, Simay Bülbül ve Zeynep Erdoğan da ortak on iki modeli giydirecekler. Bu yüzden modellerin saç ve makyajları her iki koleksiyona da uyucak şekilde yapılmış olmalı. Moda günleri boyunca izlediğimiz hemen hemen her defilenin makyajlarını tasarlayan MAC Key makyaj artisti Ali Rıza Özdemir’in yanına gidiyorum. Makyajla ilgili her şeye o karar veriyor ve ekibini yönlendiriyor. “Simay Bülbül ve Zeynep Erdoğan’ın modelleri için bu yıl bütün moda haftalarında görebileceğimiz göz pınarı ve kaşları birleştiren derin gölgeler yaptık çünkü bu; Simay Bülbül’ün ortaya çıkarmak istediği güçlü kadını, göz kapaklarındaki parlaklıklar da Zeynep Erdoğan’ın koleksiyonundaki masum havayı iyi yansıtıyor” dedi. Ben de hemen Özgür Masur ve Zeynep Tosun’u soruyorum çünkü gördüğüm kadarıyla ikisinin koleksiyonları da apayrı. Özgür’ün protesto eden kadınları koyu renklere, ağır materyallare bürünmüşken Zeynep’in Kaybolan Kanatlı Denizaltı isimli koleksiyonunda cıvıl cıvıl renkler, sade ama coşkulu kesimler var. Ali Rıza Özdemir de benimle aynı fikirdeymiş. “Yine de ikisinin de istedikleri nude ten makyajı ve kemik yapısını ortaya çıkaran gölgeler. Bu yüzden ten makyajı konusunda zorlanmadık ama gözlerle ilgili doğru karar vermek gerekiyordu, biri koyu gözler diğeri yumuşak tonlar istiyordu ben de ikisini ortak noktada buluşturmak için makyajda bu senenin en trendy rengi olan kahverengi ve tonlarını tercih ettim” diyor. Defilenin başlamasına 40 dakika kala önce Özgür Masur’un sonra da Zeynep Tosun’un yanına gidiyorum. Özgür gayet rahat bir şekilde oturuyordu. “ Heyecanlı mısın? Senin bir sürprizin olacak ama ben ne olduğunu biliyorum” diyorum. (Daha önce konuşmuştuk bu konuyla ilgili) Evet sen biliyorsun diyip gülüyor( Üzerinde Bergen’in fotoğrafı olan tişörtle selam vermeye çıkmasından bahsediyoruz) Biliyorsun o sürprizin kendisi ve Bergen, onun hayatı beni çok heyecanlandırıyor zaten” diyor. Yanından ayrılıp Zeynep Tosun’un olduğu tarafa gidiyorum. Koleksiyonda da olan eteklerden birini giymiş, ikimizin kolunda da altın renkli retro Casio saat var. “Saatlerimiz aynı, çak!” diyip saatlerimizi çarpıştırıyor.” İyi hazırlandığımı hissediyorum heyecan tabii var ama bugün sakinim yine de, ama tabii son ana kadar hiçbir şey belli olmuyor bazen bir anda bir sürü sorun ortaya çıkabilir.”diyor. Defilenin başlamasına 30 dk. kala kulis görevlisiyle göz göze geliyoruz. Birilerinin de kötü polis olmak zorunda ne de olsa. “Tamam biliyorum, modeller giyinecek ve ben basınım, dışarı çıkmam gerek!”

2.Gün devam ederken Argande defilesinin kulisine girdim. Gap bölgesindeki kadınların güçlendirilmeside yeniliklerin projesinin bir parçası olan Argende’yi destekleyen pek çok tasarımcı var ve aslında çoğunun çizgisinden neyi yaptıklarını anlamak mümkün. Müzik eşliğinde koreografi provaları devam ederken modellerin bazıları kitap okuyor, bazıları birbirlerinin fotoğrafını çekiyor bazıları da bir şeyler atıştırıyor. Atıştırmak demişken bir konuya açıklık getireyim; defile kulislerinde yiyecek var, var olmasına da görebileceğiniz en kalorili yiyecek kepekli kraker. Gerisi de salatalık, domates ve peynir… Dolaplarda ise elbette sadece su var. Bazı modeller yanlarında getirdikleri sandviç ya da ananaslardan yiyorlar. Bunu görünce biraz rahatladım. Onları defile öncesi pizza yerken görsem çok bozulurdum doğrusu! Bu sırada sohbet ettiğim biri “merak etme çoğu normal hayatlarında istediklerini yiyorlar, burda da yiyecek başka bir şey olsa eminim yerlerdir, sadece başka bir şey olmadığı için kraker yemek zorundalar” diyor. Sanırım ben bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum! Argande’ye bir proje olarak ayrıca destek verdiğini bildiğim Ahu Yağtu, siyah dudak makyajını kendi yapıyor. “ Bu artık iki buçuk yıllık bir proje ve en başından beri Birleşmiş Milletler destekliyor. El değmemiş beyinlerden, fikirlerden ve ellerden gelen yaratıcılığı tasarımcılar da destekledi ve bugünlere gelinmiş oldu. Bir sürü parametre bir araya gelip bunları değerlendirebildiği için çok mutlu oluyorum, o yüzden iyi bir şeyin içinde olduğumu düşünüyorum. Sonuçta her şey para ile ilgili değil, moda haftasında da herkes yapılanları canlı bir şekilde görebildiği için seviniyorum” diyor.

Ayşim Özgür, Harper's Bazaar Mart2010

Bir Moda Haftasının Sahne Arkası

Annesi yıllarca organizatörlük yapmış biri olarak; onlarca konser, dans gösterisi, tiyatro oyunu kulisi gördükten sonra (hatta kulislerde büyüdüm desem yanlış olmaz) beni hiçbir şey şaşırtamaz sanıyordum. Ama dört gün boyunca gördüğüm bütün defile kulislerini özetlemem gerekseydi şöyle derdim; kendi içinde bir düzeni olan kaotik dünya!

1.GÜN

“Didem,Ebru,Roberta,Peter prova için hazır mısınız?!” diye bağırıyor kulis görevlisi. İstanbul Moda Günleri’nin ilk gününde Ezra-Tuba defilesi’nin kulisindeyim . Saat 19.30’daki defilenin başlamasına bir buçuk saat kala içeride resmen görsel bir şölene hazırlık var . Erkek ve kadın couture koleksiyonlarının karma defilesi olduğu için bir tarafta hem erkek hem de kadın modellerin makyajları yapılıyor diğer tarafta ise bazı modellerin kıyafet provaları devam ediyor. Provaların olduğu bölümde özel baskılı kumaşlar, deriler ve deniz altı dünyasını anımsatan rengârenk aksesuarlar, boncuklardan gözlerimi alamıyorum. Kulis sorumlusu hangi modellerin kıyafetlerinin kaç numaraları askılarda olduğunu okurken yüzlerinin bir tarafına mavi mikronize simlerle ışıl ışıl makyaj yapılmış erkek modellerden biriyle konuşuyorum. Bir köşede oturup sessizce etrafı gözlemleyen Peter, Çek Cumhuriyeti’nden gelmiş ve bir aydır İstanbul’da. Daha önce hangi moda haftalarına katıldığını sorduğumda Çin’de moda haftasında çalıştığını söylüyor. -Peki orası ve burası arasında fark var mı? “Orada insanların gözleri çekik!” Sanırım saçma bir soru sordum, Peter da bana en rasyonel cevabı verdi. Peki bu defile, makyajlarınız ve kıyafetler hakkında ne düşünüyorsun diye sorduğumda ise onun bana hayalgücünün de olduğunu kanıtlamak istercesine “AVATAR!” dedi. Doğru ya, Avatar… O filmde de her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi. Defilenin başlamasına çok az bir zaman kala etrafta hâlâ bazı kıyafetlere boncuklar diken ve son rötuşları yapan asistanlar görüyorum. Bazıları yaptıkları işleri Tuba Çetin’e gösteriyor o da “Bu kıyafetin podyuma bu şekilde çıkmasını istemiyorum hadi devam et lütfen ”diyor. Ama bunu söylerken gayet sakin ve yumuşak. Bu iş hep böyle midir? Herhalde yetiştirememiş olamazlar diye geçiyor aklımdan. Elbiselerde o kadar çok detay var ki burada herkes bir detayın peşinden koşuyor. Bütün o kargaşanın içinde oturmuş bir şeyler diken Ege’nin yanına gidiyorum. Ezra-Tuba’da staj yapıyormuş “O kadar yoğun bir tempoda çalışıyoruz ki bazı şeyler böyle son ana kalmak zorunda kalıyor.” Bu sırada yanımıza gelen Ezra Çetin; “ Son anda bir parça eklemeye karar verdik onu yetiştirmeye çalışıyoruz”diyor. “Hep böyle spontane misiniz?”d iye soruyorum “ Bizim koleksiyonlarımız, tasarımlarımız, hayatımız herşeyimiz spontanedir!” diyor ve gülüyor. Artık heyecanlarına ben de ortak oldum. O sırada bir ses duyuyorum “ Basın artık dışarı çıksın lütfen, modellerimiz giyinecek!” Basın?Ha evet hatırladım, ben basınım. Defilenin başlamasına on beş dakika kalmış, gidip izlemek için yerimi almalıyım!

Ayşim Özgür, Harper's Bazaar Mart2010

15 Mart 2010 Pazartesi

Uydurma!



Gün geçmiyor ki, kulağımıza ne olduğunu anlamadığımız bir terim daha çalınmasın. Bir mağazaya gittiğinizde “ Yeni meggingsler geldi, görmek ister misiniz? “ dediklerinde çoğumuz şaşırıyoruz bazen de gülümsüyoruz. Bazıları çirkin bazıları saçma ama çoğu çok komik!


Jeggings: Taytlar skinny jean fenomenin sonu mu oldu? Hayır! İkisi ortak oldular ve moda dünyasını salladılar. Skinny jean gibi görünen taytlar yani jeggings, giyenlere hiç potluk yapmadan en streç görüntüyü vaat ediyor.Üstelik biz onunla uydurma bir terim diye dalga geçerken o, İngilizler’in yıllardır en çok güvendiği sözlük olan Oxford’a girmiş bile!

Meggings: Taytlar ortalığı kasıp kavururken erkekler de kendi paylarına düşeni istediler ve ortaya erkek taytları çıktı; meggings. Erkek hazır giyim koleksiyonları gösteriyor ki, 2010 yılında erkeklerin daha çok tayt, pardon meggings giydiğini göreceğiz. Bu durumda kadınların çantaları da tekrar büyür herhalde. Yoksa cüzdanlarını nerede taşıyacaklar?

Heavage: Uydurma moda terimleri sözlüğünde bu yıl erkeklere oldukça yer var. İngilizce he (erkek) ve cleavage ( göğüs dekoltesi) kelimelerinin birleşiminden ortaya çıkan bir terim. Jude Law ve Ed Westwick derin V yakalı tişörtleri, o da olmazsa 3 düğmesini açık bıraktıkları gömlekleriyle ‘heavage’ göstermeyi seven erkeklerden.

Mansformation: Erkekler için bir uydurma terim daha! Terimin çıkış noktası tahmin edebileceğiniz gibi transformation (dönüşüm) kelimesi. Dönüşüm deyince aklınız sakın babanızı/kocanızı/erkek kardeşinizi ya da oğlunuzu olmadığı birine dönüştürmek gelmesin. İstemiyorsa ona zorla meggings giydirmeyin ya da heavage göstermesi için zorlamayın. Mansformation’ın özünde, kendine özen göstermeyen erkekleri terzi elinden çıkmış gibi şık göstermek geçiyor.

Modelinia: Ne? Modelinia’ya hiç gitmediniz mi? Estonya sahillerinin güneyinde, model ajanslarının ve menajerlerin 1.95 boyundaki yeni nesil modellere… Şaka şaka! Modelinia, kadınlara süper modellerin güzellik ve stil sırlarıyla ilgili rehberlik eden bir internet sitesi. Ancak ismi ile şimdiden modeller dünyasında bir terim halini almış bile. Süper model gibi görünmek isteyenler çoktan Modelinia’nın yolunu tutmuş bile.

Twi-Style: Twilight kitap ve filmlerinin yaptığı sükse sonrası “twi” kültürel birer fenomen haline gelen bu serileri referans alan bir ek haline geldi. Filmin yıldızları Robert Pattinson ve Kristen Stewart’ın giydiği ve kullandığı her şey bir anda büyük birer ticari çılgınlığa dönüşüyor ve satış rekorları kırıyor. Yani artık bir stil için vampir gibi demek demode oldu! Onun yerine size Twi-style’ı öneriyoruz.

Gee-yonce: Buyurun size kendi kendine ortaya çıkmış ama yine de uydurma bir terim. Lady Gaga, Beyonce’nin “Video Phone” isimli video klibinde oynadıktan sonra Google’da Gee-yonce kelimesinin aratılma sayası tavan yaptı. Lady Gaga bunu “video’nun setinde

Koreografi çalışırken herkes bana Gee-yonce diye sesleniyordu. Çünkü orada kendim gibi görünmemeye çalışıyordum” diyor. O günden sonra uzun bir süre herkes Gee-yonce diye seslenmiş. Bu terimi ortaya yayanın da set ekibinden biri olması muhtemel.

Fashion Monster: Lady Gaga’dan bahsetmişken, onun kendi kendine yarattığı zorlama ucube imajı fashion monster (moda canavarı) teriminin doğuşuna da ilham kaynağı olmuşa benziyor. Tabii muhtemelen yeni albümümün adı olan The Fame Monster’a da…

Resesyonista: Global ekonomik kriz ve kötü satışlar her zaman kötü sonuçlar doğurmuyor. Çünkü bu sefer bir moda süper kahramanı yarattı; resesyonista! Ekonomik kriz yüzünden alışveriş alışkanlıklarından ve yaşam standartlarından ödün vermek istemeyen, yine de biraz daha tutumlu davranmaya yönelen moda tutkunlarını rahatlatan bir kavram olarak ortaya çıktı. Alışveriş için outlet’leri tercih etmeye başlamak, arkadaşlarla kıyafet değiş tokuş etmek, kendi kıyafetlerini kendin yapmak ya da eskileri değerlendirmek resesyonistların en büyük alışkanlıklarından. 2009 sona erdi, dileriz ki biz de bu uydurma terimi daha fazla duymayız. Resesyonista’nın annesi ise bugüne kadar uydurma terimler arasında en sevdiğimiz olan fashionista!


Audrey Tautou

ellecanada

Şirin bir gülümseme, güzel gözler, beyaz ten ve zarif bir kadın ve muhteşem bir oyunculuk yeteneği… Hangi Audrey’den bahsediyoruz? Hepburn mü? Evet o her zaman vazgeçilmez ama yeni nesile Audrey derseniz herkesin aklına Tautou geliyor. Amelie filminde kısacık siyah saçları, kırmızı puantiyeli şemsiyesiyle Paris sokaklarında yürürken herkese tipik bir Fransız kızının nasıl olmasıyla ilgili ders verir gibiydi. Sakin görünüşlü, şirin ama bazen biraz da seksi. Konu modaya gelince, Fransız bir oyuncu olarak Coco Chanel’in hayatını oynamaktan daha öte ne olabilir diye düşünmeden edemiyor insan.Bir kısmı İstanbul’da geçen Chanel reklamını göz önüne getirince de, bu kadının her şehire çok yakıştığına inanmaya başlıyor. Bir yerde şöyle yazıyordu; “ Clemence Posey, Fransa’nın aykırı çocuğuysa, Marion Cottilard onun sofistike kız kardeşiyse, Audrey kesinlikle kendini gururla taşıyan, olgun kızı olurdu.” ‘Coco Chanel’den Önce’ filminden sonra genelde siyah ve beyaz renklere ağırlık vermeye başlasa da genel olarak alışıldık Fransız stilinin en büyük önyargılarından biri olan renk konusunda başkalarına göre daha cesur olduğu söylenebilir. En azından sadece aksesuarları bile göz önüne alındığında. Kırmızı çoraplar, pembe gömlekler, sarı elbiseler giymekten çekinmiyor. Her zaman rahatlığı ön planda tutan stilinin ipuçlarını ise babetlerinden ve yumuşak dokulu elbiselerinden yakalamak mümkün. Audrey Tautou’nun stilini bir kelimeyle özetlemek gerekseydi bu kesinlikle “zamansız” olurdu.

13 Mart 2010 Cumartesi

Vanessa Paradis


"Joe Le Taxi" filmindeki yeteneğiyle, şarkı söylerken sahnedeki enerjisiyle, Chanel reklamlarındaki büyüleyici güzelliğiyle ve kırmızı halıda Johny Depp’in yanında yürürken herkesi kendine hayran bırakan kadın; Vanessa Paradis. Genlerinde Rusya’dan gelme bir şey var ve Amerika’da yaşıyor ama insanın içine işleyen bakışlarını ve özgün stilini görünce onun gerçek bir Fransız olduğunu hissetmek hiç de zor değil. Vanessa Paradis kırmızı halının kendisini korkuttuğunu ve orada kendini çok küçük hissettiğini söylese de, vazgeçemediği Chanel Couture elbiseleriyle her davetten sonra günlerce konuşuluyor. Dahası; hem başarılı ve güzel olup hem de yakışıklı bir kocaya ve harika çocuklara sahip olan kadınları kıskanma ve çekememe durumuna Vanessa Paradis sendromu adı verilmeye başladığına dair bir rivayet var! Üstelik Vanessa’yla beraber olmaya başladıktan sonra Johnny Depp de kıyafet seçimleriyle bütün meslektaşlarının arasından sıyrılmaya başladı. Onun yerinde başkası olsaydı fazlasıyla ayrık olan ön dişlerini yaptırabilirdi belki. Oysa o, onları bile vazgeçilmez bir aksesuarı gibi simgesi haline getirdi.Moda hakkında görüşleri ise şöyle; “ moda hakkında çok fazla düşünmüyorum, ne olduklarını fazla kafaya takmadan birkaç kıyafeti kombinliyorum ve ortaya ne çıktığına bakıyorum. Gerçi Chanel için modellik yapmam teklif edildikten sonra kendime neyin yakışıp yakışmayacağına daha çok dikkat etmeye başladım ama yine de alışverişe çıktığımda kendim için değil çocuklarım için birşeyler almaktan vazgeçemiyorum”.

11 Mart 2010 Perşembe

Charlotte Gainsbourg

Damarlarında hem İngiliz hem de Fransız kanı taşısa da, kendini Parizyen hissettiğini söyleyen Charlotte, Serge Gainsbourg ve Jane Birkin’in kızı. Genetik mirasla olan ilişkisi babasından aldığı çok yönlü yetenekler ve annesinden aldığı çekicilikle sınırlı değil elbette. Müzisyen, aktris, yönetmen ve model olan bu güzel kadın, artık tamamen demode oldu denildiği bir zamanlarda umursamazca kovboy botları giyerek ya da diğer kadınların gece elbisesiyle katıldığı premiyerlerde eskitilmiş deri ceketiyle yürüyerek herkes şaşırtıyor. Umursamaz ama zarif stilinin Fransız genlerinden miras kaldığı kesin. Moda ile olan ilişkisi ise Balenciaga ve Gerard Darel gibi markaların yüzü olmasından çok daha öte. Nicolas Ghesquière Charlotte hakkında “ benim için o, dünya’daki en ilham verici kız. O gerçekten Fransa’nın bugünkü durumunun bir temsilcisi. Tercihleri ve varoluş biçimiyle her zaman çok modern oldu. Bu yüzden de çok ikonik” diyor. Dünya’nın en efsanevi çanta modellerinden birine (Hermès Birkin) ilham kaynağı olmuş bir annenin kızı başka nasıl olabilirdi ki?

Ayşim Özgür, Harper's Bazaar

Fransız Devri (mi?)


Je ne sais quoi”… Fransızca’da; bir kişiyi ya da bir şeyi benzerlerinden ayıran, çekici yapan, açıklanması zor bir niteliği tarif etmek için kullanılan bir söz öbeği. İlk söylediğinde bir Fransız kadının cazibesine kapılan bir erkeğin dudaklarından dökülmüş olmalı… Ve şimdi yeni nesil Fransız kadınları dünya’yı her zamankinden daha çok etkisi altına aldı…

Pozitif bile olsa ayrımcılığa karşıyız. Ama kabul etmek gerekir ki; Fransız kadınlarıyla dünya’nın geri kalanı arasında bir aşk-nefret ilişkisi var. Çünkü herhangi biriyle tamamen aynı kıyafeti giyse, aynı aksesuarları kullansa bile Fransız kadınında bir başka duruyor. Bize de onlara gıpta etmek kalıyor. Sahi nedir onları bu kadar özel yapan?

“ İşe, Fransız kadınlarının, Amerikalı kız kardeşlerinin pek çoğunun başına bela olan şişmanlama korkusunu yaşamadıklarını söyleyerek başlayalım. Amerika’da kokteyellerde duyduğum bütün o diyet sohbetleri herhangi bir Fransız kadınını dehşete düşürebilir. Biz Fransa’da ‘diyetlerden’ söz etmeyiz, hele yabancılara hiç. Genel olarak zamanımızı keyif aldığımız şeylerden söz ederek geçiririz; duygular, aile, hobiler, felsefe, politika, kültür ve evet yemek, özellikle yemek (ama asla diyet değil). Üstelik Fransız kadınları spor salonuna gitmeyi de; günün değerli zamanından iki saat çalmak, üstünü değiştirmek, aletleri kullanmayı öğrenmek, onları kullanabilmek için sıra beklemek, duş almak, saçını kurutmak bir de üstüne para vermek olarak görüyorlar.” diyor Mireille Guliano Fransız Kadınlar Niçin Kilo Almaz? adlı kitabında.

Asıl mesele elbette zayıf ya da şişman olmak değil. Önemli olan insanın kendini nasıl taşıdığı ve onlarda kesinlikle kokusu on metre ilerden bile alınan bir feminenlik var, tabii bir de fevkalede rahatlık. Süs konusunda bazen aşırıya kaçmış ya da tam tersi kendine hiç özen göstermeyen Fransız kadınları da var. Ama bizi kendilerine hayran bırakanlar onlar değil. İşte stil ve güzellik tahtını Catherine Deneuve, İsabelle Huppert, Sophie Marceau ve Bridget Bardot’dan devralan yeni nesil Fransızlar.

İkoncan Cafe

Yurdum insanının kafasına gerçekten hayranım. Ben " ikoncan" lafının artık dilimize iyice yerleşmiş olmasında had safhada rahatsız olurken, adamlar İkoncan adında kafe bile açmış. Bu gördüğünüz güzide yer Yıldız'da Toprak Holding'in karşısında. Buna şöyle bir mantık getirmek istedik; Turkuvaz grubunun dergileri Toprak Holding'te, acaba hedef kitle olarak dergici kadınları mı seçtiler? Bilemiyorum :) Menüde neler var acaba? Bir gün denemeliyim.

Bu arada couture elbiseli ikoncan'a da dikkat çekerim!

10 Mart 2010 Çarşamba

Shopcolic 2 yaşında!


Sevgili blogum,
Seni 2 yıl önce bugün açmıştım. Yapmak istediğim her şeyin başlangıcı sendin aslında. Son zamanlarda yeteri kadar ilgi gösteremesem de, seni çok seviyorum.
İyi ki varsın.