27 Nisan 2010 Salı

Oh, Charlie!

Bu kazağı Astoria alışveriş merkezindeki Brandroom mağazasının vitrininde gördüm. Eğer ben bunu giyerim diyen erkek varsa kendisine bu kazağı hediye etmeye ve sonra onunla evlenmeye niyetliyim.

Saygılar.

"Nothing takes the taste out of peanut butter quite like unrequited love" Charlie Brown

26 Nisan 2010 Pazartesi

Sözün bittiği yer


Bu evi yaptırmanın aslında gerçekten zor olmadığına dair ciddi ciddi düşünüyorum. Yani lotoyu vursam gerçekten yaptırırım bunu. Bana bir şey söylemeyin, biliyorum aklımı kaçırdığımı düşünüyorsunuz.
Annem de " çok mu masal anlattım acaba sana?" dedi.
Sanırım cevap evet
Ama artık çok geç
:)
via:weherartit

Mezuniyet Gecesinde Pişti Olmamak İçin

Mezuniyet gecelerinin en büyük korkularından biri de aynı kıyafeti giymiş biriyle karşılaşmaktır. Bazı markalar buna karşı önlemler aldı


Bir okul yılı daha sona ererken bu yıl mezun olacakların aklında da “Ne giyeceğim?” sorusu çoktan belirdi. Bu hayatta gerçekten doya doya kutlanması gereken bir şey varsa o da mezun oluyor olmaktır. Bu yüzden o özel gecede herkes kendini yıldız gibi hissetmek ve özgün bir stile sahip olmak ister. Özgünlük demişken, önemli bir konu da seçtiğiniz elbiseyi bir başkasının üzerinde görmemek. Artık BCBG, Vakkorama ve Derishow gibi mağazalardaki sistem sayesinde “pişti” olma riskiniz ortadan kalkıyor. Bu sistemde mağazalar, siz elbiseyi alırken okulunuzu ve elbiseyi hangi gece giyeceğinizi kaydediyorlar. O geceye katılan başka birine aynı elbiseyi satmıyorlar. Dikkat edilmesi gereken buşka unsurlar da var: Yaşınız ve mezuniyet gecesinin düzenleneceği yer. İlköğretim ya da liseden mezun oluyorsanız, elbise seçiminizi mini etek boylarından ve eğlenceli parti elbiselerinden yana kullanabilirsiniz.
Yıllar sonra mezuniyet fotoğraflarınıza baktığınızda kendinizi tanıyamamak gibi bir durum yaşamak istemiyorsanız abartılı makyaj tuzaklarına düşmeyin. Fazla frapan dekolteler ve ve abartılı saç modelleri de doğal güzelliğinizi örtmekten başka bir işe yaramaz. Mezuniyet kutlamasının bir balo mu, parti mi yoksa sadece yemek mi olacağını öğrenmek de sizi yanlış bir elbise tercih yapıp komik duruma düşmekten kurtarır. Üniversiteden mezun olacaklar uzun etekli, vücuda oturan elbiselere, volümlü eteklere, ışıltı, pul ve payet detaylı modellere yönelebilir. 2010 yazı romantizmin öne çıktığı bir sezon olduğu için tüm abiye kıyafetlerde de uçuşan kat kat etekler ve fırfır detaylarına sıkça rastlamak mümkün. Elbiselerde pembe, turuncu gibi canlı renklerin yanı sıra siyah, lacivert gibi koyu tonlardaki modeller de mevcut. Desensiz ve düz renkli elbiseler kadar bu yılın romantik ve eğlenceli trendlerini yansıtan çiçek desenleri de oldukça popüler.


Stilinizi kaybetmeyin
Trendlere ayak uydurmak uğruna mezuniyette kişisel stilinizi arka plana atmak zorunda değilsiniz. Unutmayın, genç olduğunuz için abiye kıyafetlerde bile bir doz eğlence ve çılgınlık hakkınız saklı. Bu hakkı, uçuş uçuş elbisenin altına motorcu botları giyerek bile kullanabilirsiniz.

Tasarımcılar ne diyor?
“Yumuşak ve ince kumaşlar”
Hilal Tunç (İpekyol, Machka, Twist)

Benim önerim sezonun favori renkleri olan pastel ve beyaz tonlarını tercih etmeleri. Mezuniyet kıyafetlerinde asimetrik omuz detaylarını da sıkça göreceğiz. Bunun yanı sıra straplez modeller, kullanıldığı kumaşlar ve formları itibarıyla masum birer ifade sergiliyor. Bu yıl yumuşak ve ince kumaşlar bolca göze çarpıyor.

“Gençler pastel seviyor”
Tuvana Büyükçınar (A46, Tuvanam)

Mezuniyet kıyafetlerinde gençler pastel tonları tercih ediyor. Dantel ve volan detaylarının yanı sıra, uçuşan, sırtı açık fakat masumiyet barındıran tasarımlar da beğeniliyor. Genellikle balık modeli ön planda ve dekolteler birçok bölge yerine tek bir noktada yoğunlaşmış durumda.

Nelere dikkat etmeli?
-Yüzlerce elbise arasından doğru seçimi yapmak için alışverişe vücut tipinizi belirleyerek başlayın.
-Boyunuzu daha uzun göstermek istiyorsanız topuklu ayakkabılar dışındaki bir alternatif de robadan kesimli ve tek renk elbiseler olabilir.
-Vücudunuzu saran bir elbise giyecekseniz elbisenin modelinin hafif, likralı materyallerden yapılmış olmasına özen gösterin.
-Topuklu ayakkabılarla yürümeye alışık değilseniz dolgu topuklu modellere yönelebilirsiniz.
-Göğüslerinizi daha küçük göstermek için, drapeli, geniş yaka ya da düşük omuz kesimli elbiselerden kaçının.


Fiyonklu çantalar çok moda
Elbise seçimi kadar önemli olan bir diğer konu da aksesuar tercihleri. Dikkat edilmesi gereken noktalardan biri, elbise ve aksesuarlar arasında denge kurmak. Elbiseniz iddialı ve dikkat çekiciyse, takıları azaltmakta sakınca yok. Kolye, küpe, yüzük ve bilezik dörtlüsünden en fazla ikisini bir arada kullanmak karmaşık bir görüntüyü engelleyecektir.
Çanta konusunda ise elbette geceye yakışacak zarif ve çok büyük olmayan çantalar uygun bir seçim olacaktır. Son birkaç yıldır çanta konusunda hakimiyeti elinde bulunduran portföy çantalarda da üzerinde fiyonk ya da payet gibi zarif detaylar olan modeller mezuniyet gecesi için ideal.


Ayşim Özgür, Milliyet Cumartesi
Fotoğraf: Machka

22 Nisan 2010 Perşembe

Ateş, Kırmızı ve Yazı


Benim kalemim ve Ayşin'in çakmağı. Onlar da bizim gibi arkadaş olmak için yaratılmışlar.
:)

21 Nisan 2010 Çarşamba

BLOG-E OLDUK!


"Hiçbir şey 'aşırı vasat' kadar tatsız olamaz. Kötü şeyleri okuyamıyorum. Çok kötüyse iş değişir" demiş Cemal Süreya. Söz konusu moda blog’ları olduğunda, özellikle son iki yıldır her hafta onlarca hatta belki yüzlerce yerli ve yabancı moda blogu türüyor. Çok kötü olanlara bakıp biraz eğlenmek mümkün. Peki ya hepsinde aynı haberlerin, aynı fotoğrafların olduğu birbirinin aynısı yüzlerce vasat blog’a ne demeli? Baştan anlaşalım, bu yazıyı ne kötü olanları kötülemek için ne de iyi olanları fazla övmek için yazmıyorum. Çünkü her şeyden önce ben, geçen hafta ikinci yaşını kutlamış bir moda blogunun sahibesiyim. Üstelik ne yalan söyleyeyim, kendi blogumu pek çoğuna göre iyi bulmakla birlikte yeteri kadar iyi de bulmuyorum. Bunun en büyük nedenlerinden biri ona istediğim kadar zaman ayıramıyor olmam elbette ama ben bugün yapmak istediğim işi yapabiliyorsam bu konuda blogumun bana kattıklarını asla gözardı etmem.

'BEN' kuşağının (Generation Me) döneminin artık kapandığı söyleniyor. ‘Ben’ kuşağı en üstünkörü tanımıyla, 1980’ler sonrası kapitalizmin de etkisiyle o dönemde gençliğini yaşayan kişilerin kendine aşırı güvenli, ben merkezci ve bireyselliğe önem karakterlere sahip olmalarını anlatan bir kavram. Evet, şu günlerde gençliğini yaşayan insanlar değişti belki ama ‘ben’ kavramı hâlâ var. Muhtemelen dünya varolduğu sürece de olacak. Sadece ona yeni anlamlar yüklenmeye de başlandı. İşte bugünlerde rastladığımız blogger’ların çoğu da bu yeni nesilin bir parçası. Onlara, yani bize, bana ‘gerçek ben’ kuşağı diyenler de var. Söz konusu moda olduğunda ise diğer her şeyden farklı olan bir durum şu; herkes bu konuda fikir beyan etmeyi çok seviyor.Bana kalırsa zaten herkesin her konuda fikirlerini özgürce söyleyebilme hakkı olmalıdır. Kültür-sanat’ın çoğu alanı için aynı şey geçerli olsa da herkes iyi film hakkında fikir sahibi olmak, müzik konusunda gelişmiş bir zevke sahip olmak ya da bir gurme kıvamında yemek yemek zorunda değil. Hatta bunları yapmadan zaman geçirebiliriz de… Ama hepimiz üzerimize bir şeyler giymek zorundayız eninde sonunda. Belki bu yüzden insanlar moda konusunda kendi zevklerini ve öngörülerini yazmayı, konuşmayı bu kadar çok sevdiler. Bu elbette ki iyi bir şey. Çünkü ana akım ve geleneksel medyanın bütün bağlayıcı unsurlarından uzakta, insanların fikirlerini diledikleri gibi ifade ettikleri bir dünya var. Bu şekilde genç insanlar, yapmak istedikleri işlere referans noktası olarak bloglarını gösterebiliyorlar. Ne de olsa artık siz kendinizi göstermedikçe kimsenin sizi durup dururken keşfetmediği bir çağda yaşıyoruz. Artık defilelerde en son sırada otururken en havalı şey ne mikro mini etekler giymek ne de güneş gözlükleri takmak. Stil sahibi görünmenin altın kuralı blogger olarak orada bulunmaktan geçiyor. Moda tasarımcısı Hatice Gökçe’nin “Dünyada artık moda haftalarında blog yazarları da en ünlü moda yazarlarının yanına yerleşiyor. İstanbul Fashion Week’te de blog yazarlarına akreditasyon verildi... Her önüne gelenin kendi keyfine göre yorumluyor olması rahatsız edici bence. Davet ediliyor olmalarına bu anlamda biraz daha sert bakıyorum. O moda blogunun, başkalarının görmediği neyi ifade ettiğine bakmak lazım. Yurtdışında kişilere zarar vermeden, yapılan iş üzerinden hareketle yorumlarını çok başarılı bir şekilde yapabiliyorlar. Ama Türkiye’de bu yorumların yerinde yapılabildiğini zannetmiyorum, biraz kişisel olduğunu düşünüyorum bazı şeylerin. Blog yazarının kimsenin göremediği bir noktayı görüp, gösteriyor olması gerekiyor... Türkiye’de bu anlamda çok az sayıda blog yazarı olduğunu düşünüyorum.” sözleri uzun süre tartışıldı. Blog’lara ve blogger’lara bazı görevler ve fazlasıyla anlam yüklemek doğru mu? Bu tür organizasyonlarda basın ve blogger arasında nasıl bir çizgi çekmek gerekir ya da gerekir mi? Blog’ları değerli yapan subjektif görüşleri içeriyor olmaları mı? Moda blog’ların babası sayılan Sartorialist’in (http://thesartorialist.blogspot.com/) kurucusu Scott Schuman da (blogu günde ortalama 250,000’in üzeri insan tarafından ziyaret ediliyor.) bu konuda dünyada tutumun nasıl değiştiğini şöyle açıklıyor “ Başlangıçta lüks markalar ve tasarımcılar dünyasındaki insanlar internetten ve blogger’ların kendileri hakkında yapacakları yorumlar fikrinden rahatsız oluyorlardı. Şimdi onlar da bu kuvvetli rüzgarın arkasına kapıldılar. Dolce&Gabba’nın defilelerde en ön sırada blogger’lara yer verme sebebi bu. Çünkü farkına vardılar ki, kontrol edemediğiniz bir şey varsa onunla uzlaşmak ve onu kabullenmeniz daha iyi olacaktır.” Bu tartışmalar bir yana, dünya’da 13 yaşında bir moda blogger’ı ( Tavi-http://tavi-thenewgirlintown.blogspot.com/) bile farklı bir bakış açısına sahip olduğu için pek çok defilede en ön sırada otururken, Filipin’li bir genç adam eğlence olsun diye yazmaya başladığı bloguyla sonunda kendini Marc Jacobs’a ilham verirken bulmuşken (http://www.bryanboy.com/) Türkiye’de de moda blog’ları halkla ilişkiler şirketleri tarafından uzun zamandır markaj altında. Denemeleri için ürünler gönderiliyor, lansmanlara ve partilere davet ediliyorlar. İFW sırasında moda blogger’ları buluşması gerçekleştirildi. Buluşma, asıl organizasyondan tamamen bağımsızdı. Bu yüzden adı da kendiliğinden ‘Korsan Blogger Buluşması’ oldu. Buluşmaya Yaprak Aras Şahinbaş vesile oldu. Kendisi de Trendometre (http://www.trendometre.com/) adlı bir bloga sahip olan Yaprak sayesinde çoğu kişi sürekli takip ettiği diğer moda blogger’larıyla tanışma fırsatı buldu. Buluşmanın en eğlenceli kısımlarından biri ise herkesin birbiriyle tanışırken kendi isminden önce blogunun adını söylemesi oldu. O gün moda blog’larının durumuyla ilgili konuşulanlardan sonra öğrendik ki, kendisine yollanan basın bültenlerini blogda yayınlamak, kendini davet ediliği her yere gitmek zorunda gibi hissedenler de oluyormuş. Belki de bu durum blogger’lara, önceleri tamamen özgür olduklarını düşündüklerini bir alanda, birden izlendiklerini, belirli bir kitle üzerinde etkiye sahip olduklarını düşündürüyor bu yüzden de kendilerini baskı altında hissediyorlar. Öte yandan yolladığı basın bülteninin başlığına “Sevgili blogger” yazdığı için karşı taraftan neredeyse azar işiten. “Bana ismimle hitap etmediğiniz sürece sizi dikkate almayacağım.” diye cevap alan halkla ilişkiler uzmanları hikayeleri de duymaya başladık. Yani bu madalyonun 2’den bile fazla yüzü var aslında.

Blog’lara yerleştirilen kodlar sayesinde insanların neyi Google’layarak bloga geldiğini, en çok neyi okuduklarını, neye ilgi duyduklarını blog sahipleri görebiliyorlar. Bunun da özellikle moda konusunda insanların neye ilgi duyduklarını görebilmek için oldukça avantajlı olduğu bir gerçek. Ancak kendi blogumdan örnek verecek olursam insanların arattığı bazı anahtar cümlelerin hayret verici derecede komik ve enteresan olduğunu söyleyebilirim. Benim taklit ürün kullanımıyla ilgili yazdığım zehir zembelek bir yazı farkında olmadan bloguma binlerce insan gelmesine sebep oldu örneğin. Çünkü maalesef insanların en çok Google’ladıkları anahtar kelimelerin başında bilumum markanın sahte ve taklit ürünleri geliyor. “ Yunan tanrıçasının saçının modeli” yazandan ( hangi Yunan tanrıçasının saç modelini neden arıyorlar acaba?) “özel elbise istiyorum” yazanlara kadar neler yok ki. Bir de yorumlar meselesi var, blog sahibinin izin verip vermemesine bağlı olarak, ‘adsız’ ya da ‘anonim’ olarak blog’lara yorum yazabiliyor insanlar. Bazen hakarete varan yorumlar oluyor. Ben şahsen bunları yayınlamamayı tercih ediyorum. İyi olanları yayınlayıp kötü olanları yayınlamamanın ahlaki yönden tartışmasına gelince, rumuzların arkasına saklanmayan ve amacı belli olan, derdini normal bir dille anlatan herkesin her yorumunu yayınlarım.

Öznel görüşlerin bu kadar değer kazandığı bir mecrada ne kadar ve nasıl kadar etik olunabilir? İyi blog yazmak ne demektir? Bunların cevapları herkese göre değişiyor olabilir. Ama değişmeyen bazı şeyler var; dilbilgisi ve imla kurallarını hiçe sayan, kaynak göstermeden fotoğraf kullanan, izin almadan başkalarının yazılarını kopyalayan, reklam olduğunu belirtmeden reklam yapan, aldığı hediyeler karşısında ürünlere methiyeler düzen blogger’lara en az 6 ay blog yazmaktan men edilme cezası verilmeli bence. Şaka bir yana, blogunda göğsünü gere gere Deer Dana’nın Yves Saint Lauren baskılı tişörtünün sahtesini yaptığını anlatan ve sipariş üzerine başkaları için de yapabileceğini söyleyen yerli blogger bile görmüşlüğüm var. İşin en üzücü tarafı ise yorumlarla gerçekten onlarca sipariş almasıydı. Şu dünya için az, kendim için çok olan blogger’lık hayatımdan çıkardığım sonuç şu; bir moda bloggger’ı diğer moda blogger’ları için değil, kendisi için yazdığı zaman mutlu olur ve ben blog’umu çok seviyorum. Çünkü o sadece ve tamamen benim.


Ayşim Özgür, Harper's Bazaar Nisan 2010

Yüksek belin önlenemez yükselişi

Pantolondaki düşük bel tekeli sona eriyor. Bu yaz göğsün hemen altında biten modeller giyenlere bile tuhaf gözlerle bakılmayacak


Üç yıl önce kadınlara “Asla giymeyeceğiniz şey nedir?” sorusunu sorsaydınız muhtemelen çoğu kişinin cevabı “yüksek belli kıyafetler” olurdu. Çünkü bu tarz pantolonlar 1940’lı yıllarda kadınlar tarafından sıklıkla giyilmeye başlamış, 70’lerde oldukça popüler olmuş ve 80’lerde jeanlerin de yükselişiyle birlikte en şaşaalı dönemini yaşamış, sonra da sonsuza kadar o dönemde kalması gereken bir moda günahı olarak görülmeye başlanmıştı.
Artık doktorların bitmek tükenmek bilmeyen “Düşük bel pantolonlar sağlığa zararlı” uyarıları mı etkili oldu yoksa herkes annelerin “Kızım belini kapa, üşüteceksin” sözünü mü dinlemeye karar verdi bilinmez, düşük belli modeller yavaş yavaş gözden de düşmeye başladı. Son sezonlarda hem podyumlara hem de sokağa baktığımızda yüksek belli pantolon ve eteklerin geri döndüğünü görüyoruz.

Düşük bel yasaklanmıştı
Yani üzgünüz beyler! Aşırı düşük belli pantolonların modası geçti, gözler artık eskisi gibi bayram edemeyecek. Tabii bunun 2007 yılında
ABD’nin Louisiana eyaletindeki “Düşük bel giyerek iç çamaşırını gösterenler 500 dolar para ve altı aya kadar hapis cezasına çarptırılacaktır” kararı ile bir ilgisi yok. Tamamen moda endstürisinin kendi içindeki döngüsüyle ilgili.
Birkaç yıl önce yüksek bele dair tereddütleri olan tasarımcılar da bu yaz bunları bir kenara bırakmış görünüyorlar. Bunu nereden anlıyoruz? Geri dönen çoğu trendin aksine bu moda sadece podyumlarda kalmadı ve anneleri gençliklerinde yüksek belli pantolonlar, permalı saçlarla havalı
görünen nesil tarafından da yavaş yavaş kabul görmeye başladı.
Bu yüzden
Yves Saint Laurent’ın yüksek belli şortlarından tutun da Miu Miu’nun eteklerine kadar birçok koleksiyonda bu trendin izlerini gördük. İpekyol’un yeni sezon ürünlerinde de dar kesimli ve yüksek bel eteklere sıkça rastlamak mümkün. Ole’nin gençler için tasarladığı yüksek bel etekleri fırfırlı modeller ile dikkat çekiyor. Koton’da ise yüksek bel şortları püsküllü kemerler süslüyor. Bershka’da da kısa etek ve şortların çoğu yüksek bel kesimli.
Her marka bu kadar yükseltmese de, birkaç yıldır devam eden tartışılmaz düşük bel üstünlüğünü biraz azalttı ve en azından “normal” seviyeye çekti.


Nasıl giymeli?
-Yüksek bel kesimli pilili pantolonları çiçek desenli üstlerle eşleştirerek bu trende zarif bir şekilde ayak uydurmak mümkün.
-Yüksek bel kalem etekleri de erkeksi tişörtlerle giyerek feminen ve maskülen görünüm arasında bir denge kurabilirsiniz.
-Bacak boyunu uzun göstermek için yüksek topuklu ayakkabılar ise olmazsa olmaz.
- Sofistike bir görünüm için
Woody Allen’in filmi “Annie Hall”da Diane Keaton’ın giydiği bej pantolon, siyah yelek ve kravat üçlüsünü örnek alabilirsiniz.

Bu görüntüler tarihe karışıyor


Ultra düşük belli pantolonlar giyenlerin “frikik vermelerine” sebep oluyordu.

Cesur giyinmekten kaçınmayan Pamela Anderson’ın tercihi hâlâ düşük bel.

Michelle Rodriquez de aşırı düşük belli pantolonun azizliğine uğradı.
Yüksek bel tercih etmek için üç neden
-Geniş basenleri saklayıp ince bele vurgu yaparak daha zarif bir görünümün anahtarı olabilir.
-Doğru parçalarla kullanıldığında bacak boyunu daha uzun gösterebilmek gibi marifetlere sahip.
-Kadınların vücut hatlarını ortaya çıkararak, erkek giyimiyle özdeşleştirilmiş bir parçaya feminen bir hava
katar.


Ayşim Özgür,Milliyet Cumartesi

19 Nisan 2010 Pazartesi

Haute couture spor ayakkabılar





Gençlerle ve öğrencilerle özdeşleşen spor ayakkabılar artık Louis Vuitton, Dior gibi lüks markaların koleksiyonlarında

Kauçuk tabanları sayesinde yürürken ses çıkarmıyorlar. Adının da bu nedenle İngilizcede “to sneak” (sinsice, gizlice ilerlemek) fiilinden geldiği söylenir. Ama sneaker’lar bu yaza gümbür gümbür geldi.Bu ayakkabılar 80’lerden beri hiç bu kadar
popüler olmamıştı. Ancak her şeyin daha lüks ve özel olanının değerli olduğu bu çağda bu ayakkabılar da sadece gençlerin ve öğrencilerin giydiği uygun fiyatlı ayakkabılar olmakla kalmıyorlar. Son birkaç yıldır pek çok lüks modaevi ayakkabı koleksiyonlarına spor pabuçları ekledi. Kırmızı tabanlı ayakkabılarıyla ilah olarak görülen Christian Louboutin geçtiğimiz yıl fiyatı 1200 dolar olan zımbalı sneaker yaparak çok konuşulmuştu. 2010 yazı için tasarladığı altın renkli spor ayakkabılar ise yine ikonik birer arzu nesnesi olarak anılmaya başladılar bile.
Geçtiğimiz yıl Kanye West
ile işbirliği yapan Louis Vuitton da bu yaz giyilecek sneaker modellerini geçenlerde tanıttı. Sneaker tasarlayan diğer büyük modaevleri ise Maison Martin Margiela, Lanvin, Gucci ve Givenchy, Dior.

Hem uzun hem metalik
Bu sezon hem rengarenk hem de metalik renklerdeki modellerin hakimiyeti sürüyor. Çift boğazlı modeler ise hâlâ oldukça havalı. Önümüzdeki sonbahar ve kış aylarında ise çeşitli yıllardan gelen retro öğelerin karıştığı modeler,
hibrid formlar ve yeni renk kombinasyonları göreceğiz. Kürk astarlar, yeni desenler ve bağcıklar gibi detaylar da ayakkabıları zenginleştirecek.

Bugünkü çılgınlığın temeli 80’lerde atıldı
Sadece özel lastik ayakkabı satan Lastik Pabuç adlı mağazanın ortaklarından Can Soylu: “Bu kültür dünyada 80’lerin ortalarında oluşmaya başladı. Burada
Nike’ın Michael Jordan’a sponsor olması, Adidas’ın Run DMC ve Superstar modeliyle alt kültürler arasındaki popülerliği gibi faktörler rol oynadı. 90’ların sonunda markalar geriye dönüp eski modelleri piyasaya sürünce bir retro spor ayakkabı akımı başladı. 2000’lerde ‘sneaker freaker’, yani spor ayakkabı manyakları ortaya çıktı. Sınırlı sayıda üretilen tasarımlar piyasaya sürüldü, sneaker dükkanları açıldı, dergiler çıktı, belgeseller çekildi.”

Ayşim Özgür, Milliyet Cumartesi

15 Nisan 2010 Perşembe

Home is where the heart is

Home Sweet Home!

Bozuk Paran

Bozuk paran var mı?

via: carcasses

14 Nisan 2010 Çarşamba

Thank You Mario!

İlk aşkım Süper Mario! Nil'le bazen evden çıkmadan günlerce ataride Mario oynardık.
Şimdi Mario, yine bana en sevdiğimden (Nil'den) gelen doğumgünü hediyesi oldu. Dünyanın en harika kolyesi değil mi?
Galiba asla çıkarmayacağım!
Teşekkür ederim Niloooş:)

Ve tabii;
Thank you Mario! But our princess is in another castle

12 Nisan 2010 Pazartesi

Büyülü Stil


Emma Watson, kırmızı halıda spor ayakkabı giyen küçük bir kızdan, Burberry’nin yüzü olma yolunda geçirdiği stil dönüşümüyle bütün dikkatleri üzerine topluyor.

Yıl 2001. Karma karışık saçları, ışıl ışıl bakan gözleriyle 10 yaşında bir kız, yeşil bir bluz, sarı pantolon ve yılan derisi platform ayakkabılarıyla kırmızı halıdaydı. 2007 yazına gelindiğinde ise aynı kız Louboutin ayakkabılar, Chanel elbise ve YSL çantayla göründü. Aradan geçen zamanda ne olmuştu? Harry Potter'ın sevimli Hermione Granger'ı artık büyümüştü. Şimdi ise sadece büyümekle kalmadı moda dünyasındaki dev markaların, moda editörlerinin, en önemli dergilerin radarına takılan bir stil ikonu haline geldi.

Emma Watson, henüz 11 yaşındayken oynadığı Harry Potter filminde ileride herkesi güzelliğiyle büyüleyecek bir kız olduğunun ilk sinyallerini vermeye başlamıştı, ama muhtemelen bu kadarını kimse tahmin etmiyordu. Kargo pantolonlar, boyfriend jean’ler ve gece elbiselerinin bile altına converse giyen bir kızdan, Burberry’nin yüzü olma yolundaki hikayesinde bir evrim geçirdiği kesin. Katettiği bu uzun yolda onun tek farkı aslında çoğu genç kızın geçirdiği bu dönüşümü herkesin gözleri önünde yaşamış olması. 15 nisan 1990 doğumlu Emma, geçtiğimiz yıllarda giydikleri ve yaptıklarıyla on binlerce yaşıtına ilham veriyordu. Hatta internette genç kızların, Emma'nın o hafta giydiği eteği nerede bulabileceğini anlatan bloglar, sürdüğü rujun hangi markanın hangi rengi ile ne tonunun karışımı olduğunun tartışıldığı forumlara rastlamak mümkündü. Bugünlerde ise stiliyle sadece yaşıtlarına değil, herkese ilham veriyor. Hayranları arasında ise Christopher Bailey ve William Tempest gibi isimler var. Karl Lagerfeld onun fotoğraflarını çekmek istedi ve objektif arkasına geçti. Emma, onun gözünden o kadar güzel gözüküyordu ki, bakanların gözleri kamaştı. Bir kız daha ne ister?

Genç yaşamının uzun bölümünü kameralar karşısında geçiren Watson’ın moda anlayışını belki biraz da onun tanınmasını sağlayan Hermione karakterine benzetmek mümkün. Elbette onun stilinin Hermione’ye benzeyen tarafı büyümüş de küçülmüş gibi olan hali değil, sürekli kendini yenileyen ve geliştiren göz alıcı olma özelliğinden bahsediyoruz. O, sanki ışığa tuttuğunuzda iyi özellikleri daha iyi farkedilen değerli taşlar gibi. Stil anlayışıyla ilgili “ Ne giyerseniz giyin sadece onun içinde rahat olun. Kendiniz gibi olmaktan ve kaç yaşında olduğunuzdan başka hiçbir şeyin giyim konusunda önemi yoktur. Kıyafetlerimin çoğunu annem ve arkadaşlarımla birlikte seçiyorum. Bir stilistle çalışmaktansa hissettiğim gibi giyinmeyi tercih ederim.” diyen Emma’nın seçimlerinde zarif İngiliz genlerinin bütün kodlarını görmek mümkün.

Kırmızı halı davetlerine katılırken, beyazperde’deki persona’sına yaraşır şekilde dramatik seçimler yapıyor. Günlük hayatında ise skinny jean’ler, blazer ceketler ve babetlerden vazgeçemediği için her zaman hem klas ve klasik hem de sofistike görünmeyi başarıyor. Elbette trendlerden uzak kalmadan. Emma’yı Harry Potter’a yakışır bir şekilde gardırop sihirbazı yapan özelliği ise detaylarda saklı! Değerli taşlar ve tüyler gibi zarif detaylarla kendini süslemekten çekinmiyor. Doğru seçilmiş bir kemerin önemini, şık bir şalın yaratacağı etkiyi ve iyi bir çift ayakkabının değerini şimdiden bu kadar iyi biliyor olması, onu izleyenlerin aklına, on yıl sonra daha da gelişmiş olacak estetik algısıyla nasıl harikalar yaratabileceğini sorusunu getiriyor. Üstelik moda konusunda sadece kendisi için değil, başka insanlar için de oldukça duyarlı. Geçtiğimiz günlerde, People Tree için hazırladığı koleksiyonuyla bunu göstermiş oldu. Hindistan, Nepal ve Bangladeş’te üretilen koleksiyonun tamamının organik ve yasalara uygun bir şekilde bir şekilde üretilmiş olması da bunun en iyi kanıtı olsa gerek. Büyüle bizi Emma!

Ayşim Özgür, Harper's Bazaar Mart2010

10 Nisan 2010 Cumartesi

Mod'a göre renk değiştiren ruj


Pek sevdiğimiz Too Faced'in meğer ruh haline göre renk değiştiren dudak parlatıcıları varmış.
Petal pink,berry pink,pink shimmer gibi çeşitleri olan parlatıcıların fiyatları 18.50$
Yalnız ben böyle oyunlara gelmem onu baştan söyleyeyim
:)

8 Nisan 2010 Perşembe

Ben Bugün.


BUGÜN 8 NİSAN!
Evden çıkarken üzerime biraz doğumgünükızıışıltısı tozu serpmeliyim!
:)

GELİN OLMUŞ GİYİYORSUN!

Gelinliklerde beyaz renk geleneği nereden geliyor?

Gelinliklerde yaygın olarak tercih edilen beyaz renk geleneği, Kraliçe Victoria’nın Prens Albert ile evlenirken beyaz rengi tercih etmesine dayanıyor. 1840 yılında gerçekleşen bu düğün töreninden önce kraliyet mensuplarının gelinlikleri herhangi bir renkte olabiliyordu ancak elbiselerin ağır brokan kumaşlardan yapılmış ve gümüş renkli ipliklerle süslenmiş olmalarına özen gösteriliyordu. 1840 yılına kadar Batı Avrupa’da kırmızı renk sık sık tercih edilirken, kahverengi ve gri de kullanılan renkler arasındaydı. 19. Yüzyılın sonlarına doğru ise masumiyet ve cinsel saflık çağrışımı yaptığına inanılan beyaz renk popüler bir sembol olarak gelinliklerde kullanılmaya başlandı. Böylece, Kraliçe Victoria belki de farkında olmadan yıllar boyu sürecek bir geleneğe öncülük etmiş oldu.


Akay gelinlik

Düğün sezonu, gelinlik modası sezonunu da beraberinde getirerek açılıyor. Haliyle bu yaz evlenecek olan gelin adayları gelinliklerini seçmeye başladılar bile. Ne de olsa o gece bütün gözler gelinin üzerinde olacak. Gelinliklerin, trendlerden ve modanın getirdiklerinden bağımsız, çizgileri belli olan, klasik kıyafetler olarak görüldüğü dönemler artık çok geride kaldı. Gelinlik alışverişi aile ve arkadaşlarla birlikte yapılan bir ritüel olmaktan çıktı da, modern zamanların gelinleri gelinliklerini internetten satın almaya bile başladı! Gelinlikler son yıllarda ciddi değişimlerden geçerken, sonsuz seçenek arasında kaybolan gelin adaylarının bu sezon için işini kolaylaştıran belli başlı trend’ler ise elbette var. En çok göze çarpan eğilimlerden biri, özellikle son on yıldır oldukça popüler olan sadelikten artık uzaklaşılmaya başlandığı… 50’li yılların ihtişamını ve zarafetini yansıtan,kemer detaylarıyla zenginleştirilmiş modeller ve tül etekler oldukça popüler. Ampir kesim ve straplez modası ise devam ediyor. İlkbaharın metalik renkler ve kristal işlemeler modası gelinliklere de yansımış görünüyor. Carolina Herrera, 2010 ilkbahar-yaz gelinlik koleksiyonunda siyah ve beyazı bir arada kullandı. Geçtiğimiz günlerde evlenen Bennu Gerede de beyaz gelinlik yerine tercih ettiği siyah deri pantolonu, siyah bluzu ve siyah duvağıyla gelinlikler ile ilgili kuralları umursamadığını göstermişti. Gelinlik konusunda beyaz rengi sıkıcı siyahı da fazla iddialı buluyorsanız, bu yıl oldukça gözde olan pudra ve lavanta renklerine yönelebilirsiniz.Bu yıl kumaşlarda ve kesimlerde gösterişli dokular dikkat çekiyor. Kat kat, fırfırlı ve şifon eteklere sade üstler değil tam tersine drapeli ve büzgülü modeller eşlik ediyor. Görünüşe göre, sade ve gösterişli olan arasında bir denge kurmak gibi bir sorun bile unutulmuş. Gelinlik konusunun olmazsa olmazı duvaklarda biraz abartısız modeller ve minik tül duvaklara, saç aksesuarlarına yönelinmiş olsa da; fiyonklar, çiçek motifleri ve kendinden işlemeli kumaşlarla bu yılın gelinleri oldukça süslü!

Online Gelinlik

Pek çok işimizi internetten halledebildiğimiz bir çağda, zamanı kısıtlı olan gelin adayları da artık bir tıkla hayallerindeki gelinliğe kavuşabiliyorlar. Sanal alışverişin sevilen adreslerinden biri olan Net-a-porter adlı internet sitesi, açtığı The Wedding Boutique isimli sanal mağaza ile Lanvin, Valentino gibi isimlerin gelinliklerini ve aksesuarlarını evlenmek isteyenlerin ayağına getiriyor. Hatta gelinin ailesi, ve yakın arkadaşlarının da pek çok ihtiyacını karşılayacak ürünler bulmak mümkün. Ürünler, Moda Öncüsü Gelin, Klasık Gelin, Bohem Gelin gibi kategoriler altında sunan internet sitesi böylece stile göre seçim yapma olanağı da tanıyor. Provalardan, bekleme listelerinden sıkılıyorsanız internetten alışveriş seçeneğini de göz önünde bulundurmak da fayda var!

http://www.net-a-porter.com/wedding

Ayşim Özgür, Milliyet

3 Nisan 2010 Cumartesi

Alışverişkolik Mario

Mario der ki; "GİYECEK HİÇ BİR ŞEYİM YOK!"

2 Nisan 2010 Cuma

Julia Restoin-Roitfeld


Carine Roitfield yıllarca Fransa’nın en şık kadınlarından biri olarak anıldıktan sonra sıra kızına geldi. Çocukluğunda akşam yemeklerini Mario Testino, Marc Jacobs gibi isimlerle yiyip, okul çıkışı ödevlerini moda çekimleri sırasında stüdyolardan yapan küçük kız büyüdü ve zamanının çoğunu New York’ta geçirse de Paris’te herkesin dilinde o var. Sanat yönetmenliğinden kalan zamanlarımda modellik yapıyorum dese de Tom Ford ve Jil Sander’in parfümlerini lanse eden ve Mango’nun katalogları için kamera karşısına geçtiğini gören herkes onun moda dünyası için yaratılmış olduğunu söylüyor. “ Moda endstrüsinin gücünden her zaman etkilendim. Bazı insanların kıyafetleri sadece üstlerini örtecek birer kumaş parçası olarak görmesi beni şaşırtıyor çünkü ben onları bir çeşit pop art gibi görüyorum.”diyor. Julia’nın Fransız kadınları arasında kendine ikon olarak gördüğü isim ise Bridget Bardot. Julia, iyi bir stile sahip olmanın vücut şekli ve karaktere göre giyinmekten geçtiğini savunurken, geçmişte saçlarına taktığını mor saç bantlarının ve ayağından çıkarmadığı Doc Martens botlarının ise biraz annesine inat olsun diye giyilmiş kıyafetler olduğunu itiraf etmekten çekinmiyor. Annesi, “ rahatlığı asla ön planda tutmayın’ mottosunu savunan bir moda efsanesi olsa da Julia, onun gölgesinden çıkıp kendi doğrularıyla bir stil ikonu haline geldi.

Yeni Kıyafet Giymenin Dayanılmaz Hafifliği

Biliyorum çok ayıp, ama gördüğümüzde o kadar çok güldük ki, sizler de neşemize ortak olun istedim:) Bu hanımefendi oturmuş mutlu mutlu yemeğini yerken yeleğinin (yeni) kenarından da
kocamaan etiketi sarkıyordu. Kimbilir belki de onu kibarca uyarmam gerekirdi, ama böyle şeyleri üstüme vazife olarak görmem. Belki de böyle giymek onun tercihi de olabilir.
İbret-i alem olsun. Siz siz olun etiketlere dikkat edin
:)