Yeni fenomen kuaför, Hair Mafia’nın patronu Ahmet Ağırbaş: “İnsanların kafasına dokunarak iş yapıyorum, bütün enerjilerini kendime alıyorum”
Biraz kendinizi tanıtır mısınız? Kaç yaşındasınız, bu işe nasıl başladınız?
Ben anarşist bir adamım. Buraya gelen herkes yaşımı merak ediyor ama hiçbir zaman yaş ve zamanla işim olmadı benim. Kimse yaşımı öğrenemedi çünkü ben bile bilmiyorum. Ben zaman kavramında Einstein’a inanıyorum. Zaman dediğin şey bir yere gitmiyor, sen zamanın içinden geçip gidiyorsun. Ailem Tuncelili. Ama ben İstanbul’da doğdum. Üç abim var. Biri New York’ta, biri Ukrayna’da biri de burada. 9-10 yaşlarımdan beri bu işlerin içindeyim. Küçükken ressam olmak istiyorum ama babam işçi, Dev-Genç’li bir adamdı. “Bu sanat hikayelerini bırakın, kendinizi kurtarın” diyordu. Ama tabii içimdekileri bastıramadım. Saç da yapıyorum makyaj da, bunlarla mutlu oluyorum. Uzun yıllar Türkiye’de çalıştım, sonra bir dönem Avrupa’ya gittim. Amsterdam’da, Berlin’de yaşadım. Paris’te iki hafta çalıştım çünkü orada çok faşist durumlar var.
Neden bu işi seçtiniz?
Bu işte hissediyorsun, dokunuyorsun. Zaten saçını yaptığım insanlarla elektriğim tutmuyorsa hiçbir şey yapmıyorum. Gelen müşteriye önce dokunurum ki onun bana zarar verip vermeyeceğini anlayabileyim.
Böyle davranmanız gelenlerin hoşuna gidiyor mu?
Vallahi benim mekanizmam ona göre işler. Kimseye laf olsun diye “Ne hoşsun” diyemem. Ben akşamları meditasyon yapıyorum çünkü başka türlü bu hayatı kaldıramam. İnsanların kafasına dokunarak iş yapıyorum, bütün enerjilerini kendime alıyorum. Buranın temel felsefesi hoşgörüye dayanıyor. Yoksa çok denyo insanlarla karşılaşıyorum, çok farklı şeyler görüyorum. Bu dükkanda önemli olan onların kafasını saçını toparlamak değil, onların kafalarında soru işareti bırakabilmek.
Hair Mafia felsefesi olan bir yer yani?
Manifestom var benim. Buranın felsefesi Spinoza’nın özgürlük anlayışına dayanıyor. Ben hayatta yaptığım her şeyi daha özgür olabilmek için yaptım. Burayı da sosyal bir kulüp olsun diye açtım. Zamanla gazetesini de çıkaracağım, aktif eylemler de yapacağım. Özgürlük ve demokrasi ancak kadınlarla var olabilir. Onların çoğu Emma Goldman’ı tanımıyor ama ben buraya gelenleri onunla tanıştıracağım. Çünkü kadın özgür olmazsa kimse olamaz. Gelenler benim hem arkadaşlarım hem müşterilerim. Onlar beni, ben onları tedavi ediyorum. Goethe’nin dediği gibi “İnsan kendini yalnızca insanda tanır.”
“Bu dükkan Türkiye’de bu camianın en büyük devrimidir”
Dışarıdan geçenler dükkanın içini ve sizleri görebiliyor. İmajlarınız da değişik olduğu için dikkat çekiyor. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Ben de herkes gibi giyinebilirim ama funky olmalıyız ki eğlenelim. Benim imajım bir devrim. Bir şeyleri devirmeden yaşamanın anlamı yok. Ben devrimi sistem izin vermediği halde her koldan savaşarak yapıyorum. Böyle bir yer yapıyorsun, düz ayak, yerden tavana kadar camları var. Dışarıdaki içeridekini, içerideki dışarıdakini görüyor. Özür dilerim ama burası Türkiye’de bu camiadaki en büyük devrimdir. Bunu yapabilen birini daha göstersinler. “Yapamazsın, burası batar “diye 50 bin tane hikaye saydılar bana. Ama ben şeffaflaşmak gerektiğini savundum. Şu an dünyanın en aç olduğu şey samimiyet hayatım. Adam anlatıyor “Ben Paris’teyken” Ya bırakın Paris’i ya! Ben gittim, bir bok yok. Tabii kötü tepkiler de alıyoruz.
Bu sezonun saç trendleri neler ?
Bunların sistemin tek tip insan yaratmak için dayattığı şeyler. İnsanlar ancak kendileri olabilirlerse mutlu olurlar. Bir insana sarı saç bile yaparken kendi teninden , gözlerinden, zemininden uzaklaştırmadan yapıyorum. İnsanları fabrikasyon hale getirmenin anlamı yok.
Fiyatlar nasıl?
Kesim 50, röfle 120-150 TL. Fiyatlar sırf insanlar benimle pazarlık yapmasınlar diye uygun. Onlarla öyle muhabbetlere girmek istemiyorum. Sanatta pazarlık olmaz. O kişi mutlu olsun yeter. Zaten mutsuz olandan para almıyorum.
“Milk’i izledim, gay olasım geldi”
Felsefe ile yakından ilgileniyorsunuz.
Bir dönem amatör dağcılık yapıyordum. Olimpos’ta dağdan düştüm. Hayatımın başlangıcı olarak onu sayıyorum. Üç arkadaş Olimpos’a çıktık, aşağı inerken köylüler bize kendi kullandıkları yolu tarif ettiler biz de normal milli parkur yerine ordan indik ve kaybolduk. İnerken arkadaşlarımdan biri düşüyordu, onu kurtarırken ben de düştüm. Düşün ki beş katlı binadan aşağı düşüyorum. O anda “Her şey bitti, buraya kadarmış” dedim. Çantam bir yerlere çarpıyordu, meğer o hızımı yavaşlatmış. Gerçekten öbür tarafa gittim geldim. Sonra arkamdan kurtarmaya çalıştığım çocuk düştü, zaten onun böbreği filan yırtıldı. Ben kendimde değildim; kemiklerim kırılmıştı. Kışın ortasındaydık bir de, düştüğümüz için değil ama soğuktan ölecektik. Orada iki gün kaldık. Sonra ben çoraplarımı yaktım, işaret yolladık, AKUT kurtardı bizi. Ben Allah’a inanmayan bir adamdım ama o olayda Allah’la tanıştım. Sonra bir dönem orada yaşadım ve kendi ruhumu iki çuval kitapla, kazanda ateşler yakarak tedavi ettim. Ben yaptığı işin dışında hikayesi olan bir insanım. Felsefe ve şiirle ilgileniyorum. Eskiden Nietzsche kafasında, üç kere intihara kalkışmış biriydim. Olaydan sonra tasavvufla ilgilenmeye başladım. İran’a, Hindistan’a gittim fotoğraf çektim. Şiir okudum, yazdım. Şiir okumak hayatı okumaktır ve felsefenin en üst kademesidir. Yaşamak çok şiirsel. Amerika’ya gidecektim, yoldan geri dönüp burayı kurmaya karar verdim. Sean Penn’in “Milk” filmini izlemiştim, çok etkilendim.
“Ben de burada bir şeyler yapmalıyım” dedim.
Neden etkiledi o film sizi?
Bak ben gay değilim. Ama adam o kadar iyi rol yapmış ki gay olasım geldi! Tabii ne kadar istesem de olamam hormonlarım izin vermiyor. Homofobik de değilim tabii.
Kız arkadaşınız var mı?
Yok, aseksüel takılmaya karar verdim bir süre. İnsanlarla adamakıllı konuşmaya çalışıyorum ama onlar yalana alışmışlar. Bak, benim geçmişimde bunlar var diyorum, hatalarım şunlar diyorum, onlar oyun istiyorlar. Kapımı kapamadım aşka tabii, ben aşkla yaşıyorum. Mevlana, Şems okuyup bir de işin enteresan boyutlarıyla tanıştım.