30 Temmuz 2010 Cuma

Özlem Süer: "Funky deli gömleği tasarlamak isterdim"

Özlem Süer House Nişantaşı’nın bahçeye açılan güzel kafesinde Özlem Süer’i beklerken, sanki bir masal evindeymişim gibi hissettim. Moda aşığı bir kız başka nerede olmak ister ki? Sonra kendisini tanıyınca anladım ki, böyle bir yeri ancak çocukken durmadan hayal kuran ve bu hayalleri kurarken de sarı hırkasının düğmelerini şeker sanıp yemek isteyen bir kadın yaratabilir.

Hikayelere önem veren birisin, moda ile olan hikayen nerede başladı?

Çocukluktan beri süregelen ‘hayal etme’ durumunu başlangıç noktası sanıyorum. Felsefe merakım moda ile buluşunca, ne yapmak istediğimi tam o sırada buldum! Her defasında kendimi geride bırakarak yeni bir keşfe çıkmayı seviyorum. Beni heyecanlandıran; bir renk, bir kumaş, bir kitap, bir yolculuk….Koca bir bavulla bir süreliğine tatile çıkmaya benziyor koleksiyon yapmak. Hissedişin yansıması ve tüm hikayemin tasviri…Bir iletken olmasına çalışıyorum ‘’moda’’nın hayatımda, tüm bu hissedişleri ileten!

Peki çocukluğunu düşündüğünde o ‘hayal etme’ anları sırasında üzerinde ne var?

Sonunda bir gazeteci bu soruyu bana sordu! Hiç unutmam ki! Sarı, sapsarı hırkam . Düğmeleri o kadar parlak ve yuvarlak ki şeker sanıp yemek isterdim hep !

Mimar Sinan Üniversitesi'nde çok sevilen bir hocasın. Öğrencilerle ilişkilerin nasıl? Yeni yetişen tasarımcılardan umut var mı?

Umut hep var yeter ki olumlu düşünmeyi becerebilelim ... Sınırsızca çok şeyi paylaşıyoruz öğrencilerimle. Okul çok açık olduğum bir yer. Dinlemeyi, onların keşiflerine kulak kabartmayı, sert yorumlarında onları frenlememeyi çok önemsiyorum. Çok heyecanlılar , çok aşıklar modaya ...Böyle gitsin bu onlar için dileğim. Atölye çalışmalarında tam bir İtalyan ailesi gibiyiz. Büyük bir masa etrafında, o haftaki konu tashihleri yapılıyor. Konuklarımız oluyor bazı derslerde. Onlara bir ufuk daha açabileceğine inandığım kişilerin atölye çalışmalarında bize eşlik etmesini önemsiyorum. Bu bir moda editörü de olabiliyor, bir üretici de, bir stylingci de. Ayşim bir dersime muhakkak gel isterim .O ortamı canlı yaşa hak vereceksin bana . Umutlu olma konusunda da en az benim kadar pozitif olacaksın bak gör.

Bir kumaş olsaydın ne olurdun?

Halet-i ruhiyeye göre düşünecek olursak ; ya viktoryen jakarlı bir dokuma, ya uçuş uçuş ipek ya da organik pamuk örme. Düz - clean cut - yalın ama basit değil!

Resmi üniforma tasarlamak zorunda kalsan ne seçerdin? Polis,asker,hemşire,itfaye vs?

Pek resmi olmasa da deli gömleği tasarlamak geçti şu an kafamdan. Funky bir deli gömleği fena olmazdı hani!

Yurtdışındaki çalışmalardan ve Nişantaşı Özlem Süer House 'dan bahseder misin?

Dünya üzerinde yaklaşık 150 satış noktasında marka takipçilerimizle buluşan bir tasarımcı markasıyız ... Bu satış noktaları ya o şehrin en önemli department store’ları ya da stil avcılarının da takip altında tuttuğu konsept butiker. Geceye ve davetlere yönelik avantgarde couture kostümler, alternatif gelinlikler olarak tanımladığımız farklı gelinler için geliştirilmiş gelinlik tasarımları, günlük yaşamı karşılayan şık hazır giyim ürünleri bizi özetleyebilir. Kendi atölyemizde üretiyoruz ve " Made in Turkey " etiketi ile yolculuğuna çıkyor. ..Güçlü bir ihracat performansımız var . Los Angeles / Hollywood ve New York bazlı bir PR şirketi ile hem Hollywood celebritylerinin giydirilmesinde yer alıyoruz hem de markamızı Amerika pazarında geliştiriyoruz ; Paris odaklı olarak da Avrupa pazarındaki yerimizi sağlamlaştırıyoruz .

Özlem Süer House’a gelince de, bizim isteğimiz böyle bir yere geçerken, aliışveriş yapılmasından daha öte bir deneyim yaşatmaktı marka dostlarımıza. Sanırım bunu başarıyoruz. " Gel - al - git " bir mantık yok burada. " Gel - yaşa - biraz daha yaşa - sonra yine gel " hissiyatını veriyoruz. Bahçeye açılan kafede keyif yapabiliyorsun ; saç makyaj ile ilgili tavsiye veya hizmet almak istiyorsan özel odada sana konusunun en iyileri hizmet veriyor, üst kattaki konsept odalarından hızlı tüketimini yani standart bir mağaza mantığı ile alışveriş yapabiliyorsun, ana showroom katında ise ölçülerin alınıyor ve haute couture hizmet deneyimi yaşıyorsun. Bazı akşamlar bahçede şarap - peynir gecelerimiz oluyor , ya da kısa film çeken bir dostumuz filmini burada izlettiriyor bizlere.Hayatın tadını çıkarıyoruz sevdiğimiz işi yaparak, paylaşarak ...

Moda blog’larına ve blogger’lara verdiğin önem çok sevindirici. Özellikle İfw’den sonra Türkiye’de de moda blogger’ları daha çok farkedilir oldu. Ama tartışılan bir şeyler var, bazı moda tasarımcıları yaptıklarını herkesin keyfine göre yorumlamasından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler? Bu konuda ne düşünüyosun?

Kalemi sert olanların bilgisine ve tecrübesine bakmak lazım. Bir tasarım için verilen emekleri biliyorlar ve buna rağmen mi acımasızca eleştiriyorlar ; yoksa sadece dikkat çekmek adına klavye başına geçip aslan mı kesiliyorlar , normalde gayet sessiz sakinler mi ? Kısacası Blogosfer karışık bir dünya. Türkiye ve dünya genelinden sayısız blog takip ediyorum. Öğrencilerimin bu konuda harika tavsiyeleri oluyor .Yeni blog keşfettiğim gün heyecanlanıp tüm ekibe link atıyorum .Türkiye'deki bloggerlarla iletişim kurmamız gerek .Yeni yeni tanıştığım, zaman geçirdiğim arkadaşlar edinmeye başladım. Alınma gücenme yapmadan onlara tüm kapılarımı açmaya çalışıyorum vakit elverdiğince ...

Yeni koleksiyonun çıkış noktası? Teması nedir?

Sonbahar-Kış 2010-11 koleksiyonu herhalde son dönemde en keyif alarak yaptığım koleksiyonlardan biriydi çünkü interaktif gelişti .O kadar spontane şekilde herşey birbirini buldu ki koleksiyonun hikayesi gelişirken ... Hairka anılarla dolu bir koleksiyon : Crossing Streets ... Paris ve İstanbul'un kesişen sokaklarında , aslında birbirinden çok da farklı olmayan , bir yerlerinde muhakkak iki şehirden de ortak parçalar bulabildiğimiz iki büyülü şehir ... Ve bu şehrin , hayatlarına - kariyerlerine - yaşadıkları şehirlere tutku ile bağlı güçlü kadınları ... Fotoğraf çekimini tam da bizim koleksiyon bitimi döneminde Parisian isimli fotoğram kitabını yayımlayan Levent Özçelik ile yaptık . Serra Yılmaz , Tilbe Saran , Pelin Batu , Ofelia Kasapoğlu , Meral Bayram , Fatma Yaman , Muriel Piaser gibi kadınları Paris ve İstanbul 'un o kadınlar için özel olan noktalarında görüntüledi Levent .. Dokümanter tadında bir çekim oldu ...

Alışveriş yapmayı en çok sevdiğin yer? (cadde, sokak,semt)

Ara sokaklar ,Paris - Les Halles , Marais çevresindeki vintage butikleri , Çukurcuma , Galata , Mısır Çarşısı , Atina'da Kifissia , Barcelona La Rambla ‘nın tüm ara sokakları ...Ben ara sokaklardaki minik yerleri keşfetmeyi seviyorum.

Kariyerinde kendini en çok gururlandıran şey ne oldu?

Çok radikal bir kararla bir gecede Üniversitedeki 13 yıllık görevimden ayrılıp ertesi gün kendi adıma bir şirket kurup bugüne gelmem. Çok mutlu eden ödüller aldım ama Aydın Doğan Ödülü'ne layık görülmem bir gururdur benim için, çok duygulu özel bir ödül töreniydi …

FAVORİ

Moda tasarımcısı

Maison Martin Margiela ve Yamamato .

Kostüm styling (film, dizi)

Yakın dönemde etkilendiklerim; An Education, Coco Before Chanel, Nine…

Moda fotoğrafçısı?

Çok var, hem de çok! Türkiye'den; her zaman harikalar yaratan Semih-Boğaç ikilisi , Nihat Odabaşı , Koray Birand , Emre Doğru , Barış Aktınmaz , Yağmur Kızılok, Çağla Baykal , Mehmet Turgut, Ozana Bilgiseren ve son zamanlarda keyifle çalıştığımız ;Cihan Alpgiray , Emir Sarısaç , yeni keşfimiz diyeceğim Deniz Özgün , ve....Atladığım isimler vardır eminim ama dediğim gibi çok isim var sıkı takip ettiğim...Dünyadan ; Martin Parr ( Magnum fotoğrafçılarına ayrı bir sevgi besliyorum ) , Peter Lindbergh , Henrik Halvarsson , Camilla Akrans , Annie Leibovitz , Garance Dore , Erwin Olaf , Paolo Roversi ilk aklıma gelenler ...

Dönem

Viktoryen bir yanım var. Radikal ve romantik ve 40 ları severim. Josephine Baker havaları !

46 Mayıs-Haziran sayısında yayınlanmıştır.İzinsiz kullanılamaz.

Fotoğraf:Mehmet Turgut

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Özgür Masur Röportajı

Özgür Masur'un Nişantaşı'ndaki ofisinde, zarif silüetli rengârenk elbiselerinin arasında, modadan, yeni koleksiyonundan, kadınlardan,eğlenceli ve sıkıcı şeylerden konuşmaya başladık... Elbette en baştan başlamak gerekiyordu, her zaman moda tasarımcısı olmak istediğini bilip bilmediği ilk soruydu, öyleymiş.


Tasarımlarını oluştururken aidiyet duygusu etkili oluyor mu? Kendini bir coğrafyaya, bir düşünceye ya da birine ait hissediyor musun?

Tabii ki çok etkili. Bizim ülkemizde moda kendini yeni yeni göstermeye başladı. Ben Paris’e İtalya’ya veya Londra’ya gittiğim zaman tasarım anlamında tamamen başka bir boyuta geçiyorum ve yapmak istediğim şeyler kafamda daha iyi netleşiyor. Buradayken de net tabii ama coğrafyanın, o ruhun, o enerjinin de çok etkili olduğunu düşünüyorum açıkçası. Tasarım aşamasını geçtiğim zaman nerede olduğumu çok takmamaya ve daha dünyalı bir açıdan bakmaya çalışıyorum. Coğrafya beni çok etkilemiyor ama çıkış noktalarımda yardımcı oluyor elbette.

Yeni koleksiyonun ana teması, dikkat çekecek özellikleri neler?

Yeni koleksiyonum adı ve görselliği itibariyle çok çok güçlü ve sağlam. Koleksiyonumun adı protez-sto! Protez, insanoğlunun doğumundan ölümüne kadar geçirmiş olduğu bütün evrelerde ona yapılan baskıları ifade ediyor. Bunun içinde mutluluklar, politika, siyaset de var. Bize verilen bir isimle bile başkaları bize bir şeyleri diretiyor ve ne olacağımızı belirliyor.Bana Özgür adını koyarak, sen Özgürsün diye bir belirlemeye gidiyorlar. Hayatta bize verilen, takılan herşeyi protez olarak algıladım ve bunları görsel olarak boyunluklarla, protez gibi kenarlarla, ayaklara takılan aparatlarla ifade ettim. Paltoların bile omuzlarında yükler var, bunlar tamamen hayatın bize kattığı anlamlar ve hikayeler. Ben de bunu –sto eki ile protesto ediyorum. Herkes kendinden bir şeyler bulabilir…

Bunu oluştururken kimlerden ya da nelerden ilham aldın?

Tam olarak çıkış noktam o olmasa da beni çok etkileyen biri var; Bergen. Bergen’in hayatını okudum ve çok etkilendim. Bergen o vizyonuyla, yaptıklarıyla yurtdışında olsaydı Amy Winehouse ya da Lady Gaga’dan hiçbir farkı olmayacaktı bence. Ben Madonna’yı, Amy Winehouse’u, Björk’ü çok severim ama Bergen de benim kendi coğrafyamın insanı. Öyle bir şey ki, bir kadın kocasının ona yüklemiş olduğu anlamlar ve o anlamlar içerisinde suratı kezzaplı bir şekilde sahneye çıkmaya çalışıyor ve suratının yarısını taşlarla, simlerle kapatıyor. Tüyleri diken diken eden bir hikaye ve arabesk olması hiç umurumda değil. Koleksiyonla ilgili süreçte bunları düşündüm. Herkesin omuzunda yükler var ve insanlar mutsuz. Çünkü bir süre sonra o yükler ağır gelmeye başlıyor ve insanlar taşıyamıyor.

Dünya’daki çok büyük modaevlerinin bile iflaslarını açıkladığı ya da finansal olarak desteğe ihtiyaç duyduğu bir dönemde Türkiye’de bir marka oluşturup onun istikrarını sağlamak zor değil mi?

Dünyada Dolce&Gabbana dışında finansal destek görmeden, sponsor yardımı almadan kendi kendini finanse eden marka olmadı. Dolce&Gabbana bir imparatorluk çünkü. Ama şu anda finansal kuvvet daha doğu’da. Bahreyn, Dubai… Para orada olduğu için insanlar da oraya kaymaya başladı. Türkiye’de ise çok zor. Zaten burada tasarım kültürü çok yeni yeni oturmaya başladığı için insanların ve finansörlerin de tasarımcıları tanımaya çalıştıklarını düşünüyorum. Mesela benim defilemde hiçbir sponsorum yok ve kendi emeğim, gücümle kumaşlarımı, diğer ihtiyaçları sağlamaya çalışıyorum. Tabii ki İtkib çok büyük destek, onlar sayesinde bu işi yapıyorum ama koleksiyon hazırlamak gerçekten büyük bütçeler gerektiren bir iş ve bunu kendi kendime yapmaya çalışıyorum.

Özgür Masur tasarımlarını giyen kadın kimdir?

Ekonomik gücünü elde etmiş, ayakları yere sağlam basan, derinliği olan kadındır. Hayata karşı bir duruşu olan kadınları giydirmeyi seviyorum. Her söze bir cevabı olan, güçlü kadınlar. Susmayan, protesto eden, protesto etmenin ne olduğunu bilen kadınlar. Prostesto etmek pankart açmak değildir. O bir duruştur bir fikirin içinde savunduğun bir ilkedir. Benim de bu anlamda biraz protestan bir yapım var. Benim protesto ettiğim şeyler insanın kendi duruşuyla, ahlak ve felsefesiyle ilgili.

Yeteneğinin ve yaptığı işlerin abartıldığını düşündüğün bir moda tasarımcısı var mı?

Karl Lagerfeld! Çok yeni bir şeyler yaptığına inanmıyorum ve abartıldığını düşünüyorum. Yeni nedir? Evet bu da tartışılır ama yine de ben kendimce abartıldığını düşünüyorum. Tamam çok güzel kumaşlar kullanıyor, kadınları güzel gösteriyor ama insanların onun önünde bu kadar eğilmesini abartılı buluyorum. Marc Jacobs da aynı şekilde… O kadar da değil! Bunların yerine abartılması gereken insanlar var. Mesela Hüseyin Çağlayan’ı konuşmaya bile gerek yok, o kadar iyi ki hakettiği yerde olduğunu düşünmüyorum. Karl Lagerfeld işin popülerlik kısmıyla çok ilgililenen, dalga geçen bir insan. Mesela dalga geçen, benim de kendisiyle dalga geçtiğim tasarımcı da, haddime düşmez ama John Galliano. Mesela moda konuşurken insanlar “abi nedir yani John Galliano musun?” derler. Evet abi John Galliano’yum! Benim de sadece fotokopilerimi çekmek için asistanlarım olsa, benim de evimin kirasını ödeyen bir finansörüm olsa, benim de Japonya’ya gitmek istiyorum dediğimde uçak biletim hazır olsa ben de John Galliano olurum! Benim şartlanmam sadece Türkiye’de olmak değil. Her şeyin bir açılımı var ve ben Türkiye’de John Galliano’dan çok daha başarılı tasarımcılar olduğunu düşünüyorum. Ama maalesef finansal yetersizlikler her şeyi etkiliyor.

Son dönemlerde çok tartışılan 0 beden modeller konusu hakkında ne düşünüyorsun? Bir kadının bir elbiseyi güzel bir şekilde taşıması için mutlaka zayıf mı olması gerekir?

Yoo, hiç alakası yok. Sadece şöyle bir şey var, ben de mankenlerimin zayıf olmasını isterim çünkü, elbiseyi giydiriyorsunuz giydirdiğiniz zaman poz veriyor, o fotoğraflar basına çıkıyor e fotoğraf ve ekran zaten insanın kilosunun üzerine 5 kilo daha ekliyor. Görmek istediğiniz şey daha kalın bir şekilde görünüyor. 38 beden bir mankene palto giydirdiğiniz zaman daha kalın gözüküyor ama 34, 36 beden mankenler daha güzel taşır diye de bir şey yok. Benim 44, 46 beden müşterilerim var. İşte bunların hepsi duruşla, nasıl durduğunuzla alakalı şeyler. Yani bakışla, kafanızı çevirmenizle, konuşmanızla, gözlerinizle… Bunların hepsi birer bütün. 34 beden olup mal mal, öküz gibi bakan mankenler de var. O kadar itici duruyorlar ki! Her şey edadan geçer. Yani her insanın hayata karşı bir cilvesi vardır ve onu kullanabilen kadınlar akıllı kadınlardır ve her zaman başarılı olurlar.

İnsanların en çok kapris yaptıkları konu ne oluyor?

Fiyat kaygısı. “Bana özel couture bir elbise istiyorum.” diye gelen insanlar geldikten sonra “ bu elbiseden çok ucuza şurda şu mağazada var.” Dediği zaman ben de “ e buyrun o zaman oraya gidin” diyorum. Asistanlarıma lütfen hanımefendi ile ilgilenin diyorum ve kendi odama çekiliyorum çünkü o zihniyetle gelmiş biri o parayı verdikten sonra biliyorum ki mutlu olmayacak. Benim de bu şekilde iş yapmaya enerjim yok. Gerçekten bana kendini özel hissetmek isteyen insanlar gelsin. Onun haricindekiler Nişantaşı’nda yol üzerinde o kadar çok mağaza ve çeşit var ki lütfen oradan alsınlar. Türkiye’deki kadınların maalesef bir çoğu kendisine özel dikilen elbisenin özelliğinin farkında değil. Karşılıklı mutlu olmak çok önemli bir şey.

İnsanın hayatını ne kolaylaştırır?

Para! Bunun dışında bir yardımcı çok kolaylaştırabilir.

Ne zorlaştırır?

Parasızlık! Bunun dışında aşk acısı her şeyden başka ve çok zor bir şeydir.

Ne sıkıcıdır?

Yemek yemek!

Böyle söyleyince çok şaşırıyorum. “Gerçekten mi? Yemek yemeyi bir ritüel gibi görmeyen, yemekle ilgilenmeyen insanların hep hayata karşı tutkusuz olduklarını düşünmüşümdür” diyorum.Yemek yemenin ne kadar sıkıcı bir şey olduğuna beni ikna etmek istercesine devam ediyor…

- Benim için çok sıkıcı bir şey. Keşke kapsüller olsa… Nefret ederim. Yemeği yiyip hemen masadan kalkmak istiyorum. O kadar gereksiz bir şey ki mastürbasyon gibi sürekli aynı şeyi yapıyorsun. Yani yeni bir şey yok, değişen tek şey yemeğin kendisi. Hayattaki mastürbasyonlardan nefret ediyorum. Hep farklı bir şeyler görmek ve farklı deneyimler yaşamak istiyorum. Yemek yerken kaşığı tutuyorsun ağzına götürüyorsun ve hep aynı şey.

Yemek yemek sıkıcıysa ne eğlencelidir? İçki içmek mi?

Yoo ben çok fazla içki de içmem. Dışarda kar yağıyorsa, ben battaniyemin altındaysam, sehpada çayım varsa ve televizyon karşısında çok sevdiğim bir filmi izliyorsam( Bu sırada sanki gerçekten o anı yaşıyormuş gibi pencereden dışarı bakıyor)… Perdeler kapalı ama aradan kar yağışını da izleyebiliyorsam bu benim için eğlencelidir.

Romantik bir insan mısın?

Evet. Kendi içimde çok romantik biriyimdir. Ben gece hayatını da çok sevmem. Evimde oturayım yanımda çayım kahvem olsun. Sevdiğim bir filmi seyredeyim ama dışarda ya yağmur ya da kar yağsın isterim.

Güneş?

Nefret ediyorum. Güneş’i hiç sevmem.

Biraz melankolik bir tip olduğunu söyleyebilir miyiz?

Biraz değil fazlasıyla!


Basının stil ikonları diye yansıttığı insanlar var ama Türkiye’de gerçekten iyi giyinen insanlar kimler?

Türkiye’de güzel giyinen insanlar var. Kendimce ben de güzel giyiniyorum mesela. Mesela Eda Taşpınar benim yakın arkadaşım ikoncan diyorlar ona. Eda; hissettiği, sevdiği şeyleri giyiyor. Biraz farklı giyiniyor diye ikoncan diyorlar. İkoncan ne demek ya? O kadar saçma bir şey duymadım. Mehmetcan gibi bir şey mi? Yani insanlar Eda gibi veya Deniz Berdan gibi nasıl rahat hissediyorlarsa öyle giyinsinler. Yurtdışında o kadar iyi giyinen insanlar var ki, burada birkaç kişinin isimlerinin biliniyor olması onların stil ikonu olduğunu göstermez. Herkes hissettiği, sevdiği şeyleri giysin!

Peki styling konusunda başarılı bulduğun yabancı diziler hangileri?

Ben bir Sex and the City hayranıyım ama çok fazla dizi seyretmem, çok film seyrederim. Benim duş alıp, televizyonun karşısına geçip uyumadan önce izlediğim tek kanal var o da National Geographic. Çok severim. Özellikle uçak kazaları raporlarını izlemeyi ve hayvanlar alemini izlemeyi çok seviyorum. Neydi o hırsızları bulan adamın programı? Suç araştırma programlarını da ilgiyle izliyorum.

Keşke kostümlerini ben tasarlamış olsaydım dediğin bir film var mı acaba diye merak ediyorum; "Jennifer Lopez’in oynadığı hücre (the cell). O filmdeki kostümler çok hoşuma gider ve keşke ben yapsaydım derim. Nicole Kidman ‘ı da çok beğenirim ve onu da giydirmek istiyorum. Amy Winehouse’un karanlık yapısı da beni çok etkiliyor. Onu da karanlık yapısına rağmen değişik renklerde giydirmeyi çok isterim. "

Belki onun da ruhunda öyle pembe bir taraf vardır?

Her insanın ruhunda her şey vardır. Önemli olan ne tarafa yakın hissettiğin ve nasıl yaşadığın.

Şu anda hayatta olmayan bir moda tasarımcısıyla bir akşam yemeği şansın olsa, kim olmasını dilerdin?

Coco Chanel. Bence onun da Bergen’den hiçbir farkı yok. Yetimhanede büyüyorsun, zor günlerden sonra şapka tasarlıyorsun, sonra bir parfüm yapıyorsun. Dünya’nın en önemli isimlerinden biri haline geliyorsun. Çok önemli bence. Kadına ilk defa pantolon giydiren insan. Daha ötesi var mı? Kaç tane böyle ikon var ki?

Bir elbise olsaydın nasıl bir elbise olurdun?

Kalp şeklinde göğüs straplezi olan, uçuş uçuş , kuyruklu, büzgülü büzgülü ve minicik ışıltıları olan kırık beyaz renkte bir renkte gelinlik olmak isterdim.

Kırık beyaz?

Ha ha, kırık kalpler!

Gelinliğin de romantik bir tarafı var?

Romantik bir tarafı da var agresif bir tarafı da var. Beyaz çok agresif bir renk bence, ben beyaz ve siyah severim zaten. Çok renk seven bir tip değilimdir. Beyaz bana göre hem çok derin ve çok karanlık hem de çok saf. Önüne koyduğun herşeyi çok iyi yansıtıyor. O kadar gizemli bir renk ki çok derinine inmek gerekiyor.

Ayşim Özgür, 46 dergisi Mart-Nisan sayısında yayınlanmıştır. İzinsiz kullanılamaz.

Fotoğraf: Mehmet Turgut

25 Temmuz 2010 Pazar

Saatleri modaya ayarlama enstitüsü

Şimdi önemli olan saatinizin kaçı gösterdiği değil ne renk olduğu ve ne koktuğu!
Bu yaz stil sahibi olduğunuzu göstermenin yolu saat farkından geçiyor. Yani artık klasik renklerdeki sıkıcı kol saatlerinizi rafa kaldırabilirsiniz. Çünkü rengarenk saatlerin;pembesi, moru, yeşili, su geçirmezi hatta kokulusu bile var!
Örneğin, D&G ve Moschino gibi saatlerinin yaratıcısı Binda’nın ürettiği Hip Hop saatlerinin kadranları ve kayışları ayrı ayrı satılıyor. Bir tane kadran alıp onu 20 farklı renkteki kayış seçeneklerinden istediklerinizle eşleştirebiliyorsunuz. Saatlerin fiyatı 59, yedek kayışların fiyatı 16 TL. Ama bu saatlerin tek özelliği renkleri değil, kokuları. Kayışlar yaz günlerine yakışacak limon, çiçek gibi kokularla üretilmiş.
Aslında rengarenk plastik saatlerin çocukların tekelinden çıktığı ilk dönem 80’lerin ortalarına denk geliyor. O yıllarda Swatch markasının renkli modelleriyle birlikte altın, gümüş ya da koyu renklerdeki deri kayışlı kol saatlerinin hükümdarlığı sona ermişti. Ve insanlar saatleri sadece zamanı kollamak için değil birer moda objesi olarak eğlence için de satın almaya başladılar. 90’larda Casio’nun G-Shock serisini piyasaya sürmesiyle renkli saatlerin popülerliği iyice arttı. Şimdi renkli saatleriyle meşhur her iki marka da eski popüler günlerine geri dönüyor. Swatch’un “Plastik Krono” adını verdiği yeni koleksiyonunda cıvıl cıvıl renkler var ve fiyatları 189 TL. Markanın bir diğer renkli serisi olan Colour Codes’da ise saatlerin görünümleri biraz daha sade. Swatch, bu serideki ürünlerden Türkiye’de saatte bir
tane satıldığını söylüyor.






Michelle Obama bu modayı yayanlardan
Renkli saatlerin son yıllarda büyük çıkış yakalamasına sebep olan asıl marka Toywatch. Rengarenk plastik saatler adı üstünde oyuncak gibi görünüyorlar ama aslında oldukça sağlamlar. Stiliyle çok konuşulan ABD first leydisi Michelle Obama da geçtiğimiz yaz mor renkte bir Toywatch saat takarak hem bu trende hız kazandırmış hem de first leydi stilinin sıkıcı olmak zorunda olmadığını bir kez daha göstermişti. Adidas ve Nike da spor için kullanışlı su geçirmez, dayanıklı renkli saatler üreten markalar. Bu kadar hızla ilerleyen bir trendden moda tasarımcıları ve lüks markalar da geri kalmadı elbette. Marc Jacobs, Michael Kors ve Donna Karan lüks marka ile eğlenceli saatlerin çizgisini birleştirenler oldu.


90’ların saatleri yeniden
Su geçirmezlikleri ve sağlamlıkları ile 90’lı yıllarda birer hava atma nesnesi olan G-Shock saatler de bu yaz tekrar popüler oldular.
Bu arada üst üste bir kaç kol saati takma trendinin de hızla yayıldığını hatırlatmakta fayda var. Farklı ülkeler arası gün aşırı seyahat eden insanların saat farkı yüzünden başvurdukları bu yöntem son zamanlarda Avrupa’da çok sık seyahat ediyormuş izlenimi vermeye çalışan insanlar tarafından çok tutuldu.
Too Late dijital saatler bileklik gibi görünüyorlar. Bu saatleri de üst üste takmak çok moda.



Kokulu saatler
Hip Hop marka saatler sadece renkli değil aynı zamanda kokulular.
Hem dijital hem renkli
80’li yıllardan geri dönen bir diğer saat trendi de dijital saatler. Timex’in hem dijital hem de renkli olan 80’ler serisindeki saatler de tekrar piyasaya sürüldüler. Retro sevenler için ideal olan bu saatler Türkiye’de Beymen Blender’da satılıyorlar. Beymen Blender’da satılan bir başka renkli saat markası da Nixon.

Ayşim Özgür, Milliyet cumartesi

16 Temmuz 2010 Cuma

O kadın geliyor

Bir kadın düşünün ki; hem şarkıcı, hem model hem de oyuncu olsun. Evet, belki bütün bunları aynı anda yapan çok fazla kadın var. Ama kaç tanesi yıllar geçse de hala ikon olarak anılıyor? Üstelik bir an bile çıtayı düşürmeden. Grace Jones, “Yaşayan efsane” sözünün anlamını tam olarak karşılayan bir kadın. Bugünlerde cinsiyet kavramları birbirine karışmış, ve bu karmaşanın görünüşe yansımış hali oldukça alışılagelmiş olabilir. Bu durum artık kimseyi şaşırtmıyor da olabilir. Ama 1970’li yıllarda yerleşik kadın imgesini yıkmak öyle kolay değildi. Ve Grace Jones, insanların kafasını karıştıran, bildikleri bütün kalıpları yerle bir eden hatta bazılarını rahatsız eden bir imaj yarattı. Zarafet anlamına gelen ismi Grace ile pek de müsemma olmayan bu imaj oldukça erkeksiydi ama çok kadınsı bir çekiciliği de vardı. İnsanı biraz kışkırtan, biraz şaşırtan bu imajın yaratılmasında en etkili olan isim ise, Grace’i bir diskoda şarkı söylerken gören Fransız fotoğrafçı Jean Paul Goude. Jean Paul Goude, önce Grace Jones’un Neo-Afrika güzelliğini alıp, grotesk bir figüre dönüştüren imajın mimarı, sonra sevgilisi, kısa süren ilişkilerinin sonunda ise oğlu Paul’un babası oldu. Grace Jones’un albüm kapaklarının çoğunda fotoğrafçı, stil danışmanı, makyaj sanatçısı olarak ismi geçti.

Grace, o albüm kapaklarında bir heykeli andıran vücudu, köşeli yüz hatlarını çerçeveleyen flat top adı verilen saç modeliyle, erkeksi imajını vurgulayan büyün vatkalı ceketleriyle yer alıyordu. Adeta bir illüstrasyonu andıran yüzü de uzun yıllar reklam kampanyalarından video oyunlarına kadar pek çok yerde yer aldı. Elbette 70’li yılların ikinci yarısında imaj takıntılı Andy Warhol ve onun fabrika tayfasıyla da oldukça sıkı fıkı ilişkiler içindeydi. Stüdyo 54’te görülüyor ve gay ikonu olarak anılıyordu. 1985 yılında ise ‘Island Life’ isimli albüm kapağında çıplak vücudunu anatomik açıdan imkansız bir şekilde gösteren; bir eliyle ayak bileğini diğeriyle mikrofonu tutan meşhur fotoğrafıyla bir kez daha şaşırttı. Aynı yıllarda sanat yönetmeni Keith Haring’le de kostümleri konusunda işbirliği yaptı. Hatta Haring, Masai sanatından ilham aldığı desenlerle Jones’un vücudunu boyadı.
Fotoğraflardaki kışkırtıcı ve tehditkâr kadın, sahnede de rahat durmuyordu elbette. İzleyicilerini kendine kelepçelediği de oldu, sahneye kaplanla çıktığı da… Güçlü görsel varlığı ona oyunculuk teklifleri gelmesi konusunda avantaj sağlasa da, yine aynı görsellik ona sadece kötü kadın rolleri teklif edilmesi konusunda dezavantaj olarak döndü. Grace Jones, 2000’li yıllarda ise aralarında Rush Hour ve Lord of War gibi filmlerin de olduğu pek çok yapımda kendi kimliğiyle şarkı söyledi. Bugünlerde 62 yaşında olan Jones, en az bir zamanlar onun dünyayı salladığı kadar olay yaratan bir başka eksantrik stil ikonu ile ilgili Guardian’a yaptığı açıklamayla da çok konuşuldu. Lady Gaga hakkında “ Onun benim kıyafetlerime benzer bir şeyler giydiğini gördüm ve buna kızdım. Lady Gaga yetenekli mi? Ben onu izlemeye gitmezdim. Evet, benimle çalışmak istedi ama ben hayır dedim. Daha özgün ve beni taklit etmeyen birileriyle çalışmayı tercih ederim.” Dedi. Gerçekten de Lady Gaga’nın bazı görüntülerini Jones’un imajına oldukça benzetmek mümkün. Ama buna şaşırmamak gerekir. Geçmişte taklit edildi, bugünlerde taklit ediliyor ve muhtemelen uzun yıllar daha taklit edilecek. Çünkü bu günlerde Lady Gaga, Rihanna gibi isimler tarafından çok tutulan deneysel stil anlayışını ve bir üslup olarak aşırılığı, heyecan verici hale getiren isimlerden biri o. Bizlere düşen ise bu akşam İstanbul’da vereceği konserde ona bir kez daha hayran kalmak.

.Ayşim Özgür, Harpers Bazaar. İzinsiz kullanılamaz.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Düşman ayağa

Bu fotoğrafa bakınca tek bir şey görüyorum: Alexa Chung'ın ayakkabıları. Upuzun çubukların üzerinde yürüyen akrobatlar gibi. Nedense çok takıldım

Fotoğraf:whowhatweardaily

13 Temmuz 2010 Salı

Pazarlama stratejileri

Bihter külodu, Ferhunde 'bady'si. İşte dizilerde styling konusunda söz edilmesi gereken bir şey varsa, o da budur. Pazarlama konusunda herkesin Türkiye'deki pazarcılardan öğrenecek çok şeyi var. Bir de üste giyilen her şeye "bady" deniliyor olması sorunu var tabii...
:)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Heykeltıraştan el yapımı sandaletler

Selin Haktanır (38) yıllarca Hotiç markası için ayakkabı tasarımları yaptıktan sonra Kaş’ta yaşayan bir gümüş tasarımcısına âşık olup Kaş’a yerleşmeye karar verdi.

Bir yıldır da orada açtığı Sandal@ isimli küçük ve şirin dükkanında kendi tasarladığı ayakkabı ve çantaları satıyor. Bu yıl çok moda olan çeşitli taşlarla süslü ayakkabı modası, onun sandalet tasarımlarında yarı değerli taşlar ve yerel yemenilerle hayat buluyor.
Haktanır’ın dükkanı Kaş’ın Uzunçarşı Sokağı’nda 300 yıllık Rum evlerinin arasında, 18 metrekarelik ufak bir yer.

Kaş’ta sandalet dükkanı açmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında İstanbulluyum. 14 sene Hotiç’in tasarım grubunda çalıştım, bunun 8 yılı ekibin başındaydım. Dalış için Kaş’a geldiğimde şu anki eşimle tanıştım. Evlenerek buraya taşınmaya ve dükkanımı açmaya karar verdim.
Eşiniz Kaş'lı mıydı?
Büyük şehirden gelip buraya ilk yerleşenlerden. Eşim 25 senedir burada yaşıyordu. O da gümüş ve takı tasarımcısı.
Hotiç için geniş bir yelpazede pek çok çeşit tasarlarken sadece Sandal@ için yaptıklarınız yaratıcılığınızı kısıtladı mı?
Tam tersi. İnsan kendi markasıyla bir şey yaptığında daha özgür oluyor. Hotiç belli tarzı olan bir firma ve onlar için çalışırken o tarza uymak zorundasınız. Bu dükkanı açmak benim bambaşka yönlerimi ortaya çıkardı.

Marmara Üniversitesi Heykel Bölümü’nden mezunsunuz. Heykel okumanın ayakkabı tasarımlarınıza nasıl etkisi oldu?
Heykel okurken tamamen üç boyutlu form öğreniyorsunuz. Ayakkabı da zaten üç boyutlu bir formdur. Ben heykeli ayakkabıcı olmayı düşünerek okumadım elbette ama zaten üç boyutlu düşünebilmek için seçtiğim bir bölümdü.

Sandaletleriniz el yapımı. Siz mi yapıyorsunuz?
Hepsi el yapımı ama ben değil, benim için üreticiler yapıyor. Kösele, konfor gibi ayrı gruplarım var. Hepsi için de ayrı üreticilerim var. Malzemeleri ben seçiyorum, topluyorum. Sonra üretime geçiliyor.

“Kışın hem geziyor hem koleksiyon planlıyorum”

Ne tür malzemeler kullanıyorsunuz?
Krem, gri, turuncu gibi renklerde natürel deriler. Geçen sene ipek kullanmıştım, bu koleksiyonda yemeniler kullandım. Sandaletlerin fonksiyonel ama aynı zamanda şık olmalarına dikkat ediyorum.

Malzemeleri nereden buluyorsunuz?
Kışları eşimle yurtdışında iki-iki buçuk ay geçiriyoruz. Gezdiğimiz yerlerden fikir ve malzeme topluyoruz. Bu kış yaptığımız seyahatten 2011 yazının koleksiyonununu çıkardım. Bu yıl ipekleri Afganistan’dan, yemenileri Kaş’tan buldum. Taşları Tayland, Nepal, Puket ve Hindistan’dan topladık.

“Kendi sandaletini kendin yarat”
“Sandaletlerin hepsinin üzerine uygulanabilen özel deriler ve özel taşlarla hazırlanan bir grup hazırladık. Taş ve deriyi birleştirerek denizatı, balık formunda modeller yapıyoruz. Belirlediğimiz bazı çeşitli taş ve deri modelleri var. Siz istediklerinizi aksesuar gibi seçiyorsunuz, biz yerleştiriyoruz. Hazır olan formlardan yapılırsa bir saat sürüyor.”

  • 100’den fazla değişik model var
  • Her yıl iki koleksiyon yapıyorum. Çok sıcak geçecek yaz ve çok soğuk geçecek kış için. Yani ya çizme ya da sandalet ve babet. SandaletteKışlık ürünler ağustos sonu civarında mağazaya geliyor. 2,5 ay kadar kalıyor. Zaten kasımın ortasına doğru dükkanı kapatıyorum.
  • Çantalarda 30-40 model var ama sürekli yenileniyor ve aynı çantadan en fazla iki tane üretiyorum. Bir metre özel kumaş buluyorsam onu deriyle karıştırıp iki tane çanta çıkarıyorum. Çantalar sürekli yenileniyor ve bir çantadan ikiden fazla üretmiyoruz. Buraya bir ay arayla gelirseniz aynı çantayı göremezsiniz.
  • Kemerlerde yine deri ve örgü parçaları birleştiriyorum. Tokalarını da gümüş, antika parçalardan seçiyorum. Onları eşimle birlikte hazırlıyoruz. O da taş kullandığı için ortak noktada buluşuyoruz.
  • Sandaletlerin fiyatları 75-198 TL arası değişiyor. Çantalar 70 TL’den başlıyor. En pahalısı 395 TL. O da oldukça büyük, deri bir çanta.

9 Temmuz 2010 Cuma

İndirimde bunları kaçırmayın

Moda meraklılarının en sevdiği zaman geldi. Birçok mağazada indirim başladı. Sezon boyunca almak istediğiniz, mağazalara gidip gidip baktığınız ama almak için indirime girmesini beklediğiniz ürünleri almak için artık doğru zaman.

Ancak indirim dönemi güzel olduğu kadar tehlikeli de. Hem düşen fiyatların büyüsüne kapılmadan akıllıca alışveriş yapmak hem de zaman kaybetmemek için eli çabuk tutmak gerekiyor. Peki indirimde nereden ne almalı?


Şallar her mevsime göre
Yargıcı’nın “evladiyelik” diyebileceğimiz çiçek şalları ile kıyafetlere hareket katmak mümkün. Mavi, desenli şalların fiyatı 55,93TL’ye, pembe tonlardaki çiçekli şallar ise 27,93 TL’ye düşmüş.

Sezonun modasını takip edin
Bu yazın en moda renginin pudra rengi olduğunu sağır sultan bile duydu. Yüzde 70 indirime giren Mango’dan pudra rengi bir elbise (46,90 TL) almak akıllı bir tercih olacaktır. Bu elbiseyi gündüz ofiste babetle yaz gecelerinde ise topuklu ayakkabılarla giyebilirsiniz.

Özel tasarım kıyafetler de indirimde
Dünyanın en prestijli moda ödüllerinden ANDAM’ı kazanan Hakan Yıldırım’ın Koton için tasarladığı koleksiyondaki ürünlere uygun fiyatlarla sahip olmak mümkün. Pembe pantolon (99 TL) ve ceket (59,99 TL) ayrı ayrı ya da takım olarak da çok şık duruyorlar. Arzu Kaprol'ün yaz koleksiyonun da indirime girdiğii hatırlatmakta fayda var.

Jean şort çok moda
Jean şortlar bu yıl çok moda oldu. Yaz boyunca plajda, festivallerde rahatlıkla giyebilirsiniz. Üstelik artık yaz mevsiminin tekelinden çıkacaklar gibi görünüyor. Şimdi alacağınız bu şortu (69,95 TL) kışın da opak çoraplarla giyebilirsiniz.

Triko ile hem yaz geçer hem de sonbahar
İndirimde akıllı alışverişin yollarından biri de, gardırop klasikleri almaktır. Fiyatları 329 TL’den 230’a düşen Stefanel’in trikoları da bu kategoriye giriyor. Hırka trikolar kolayca giyilip çıkarılabildikleri için yazın iç mekanların klimanın etkisiyle fazla soğuk olması derdine deva oluyorlar.

Parmak arası terlik bu yaz da giyilir gelecek yaz da...
İndirimin en güzel tarafı, hâlâ tatile gitmemiş olanların ihtiyaçlarını indirimli fiyatlar üzerinden alabilecek olmaları.Marks&Spencer’da rengarenk parmak arası terliklerin fiyatları 6,90 TL’ye düştü.

Yaz bitmiyor, başlıyor
Çiçekli her şeyin çok moda olduğunun haberini vermiştik. Topshop’un indirimdeki meşhur
çiçekli büstiyerlerinin (69 TL) askılı ve straplez modellerini bulmak mümkün. Kısa üstler, yüksek belli pantolonlarla da çok şık görünüyorlar.

Klasiklerde de indirim var
GAP’in artık klasik haline gelen bej renkli bermudalarını (79,90 TL) keten gömlekler ve renkli tişörtlerle giyebilirsiniz. Bu arada, kadınlar için de GAP’in rengarenk tişörtlerinin fiyatlarının 29,90’a düştüğünü söylemekte fayda var.

İndirimde akıllı alışveriş tüyoları
-Alışverişe çıkmadan önce gardırobunuza göz atıp eksikleri ve ihtiyaçlarınızı belirleyin.
-Şehir merkezindeki kalabalık alışveriş merkezleri yerine uzak olanları tercih edin, beğendiğiniz ürünlerin tükenmiş olmalarıyla karşılaşma ihtimaliniz
daha düşük.
-Sezonluk trendlerden çok her zaman kullanılabilecek parçalara yönelin.
-Şal, şapka, takı gibi ürünlerden bolca alın; diğer kıyafetlerinizle çeşitli kombinler yapıp giyebilirsiniz.
- İndirimlerin başlangıç tarihlerinden haberdar olmak için sevdiğiniz markaların SMS ya da
e-posta gruplarına üye olun.

Ayşim Özgür, Milliyet cumartesi.

Fotoğraf: Arzu Kaprol

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Istancool video

Bu da sizler için çektiğim video. Sanmayın ki ses videoya gelmiyor. Daphne Guiness o kadar sessiz, hatta neredeyse mırıldanarak konuşuyordu ki, orada otururken ben bile zor duydum sesini. Bu arada kendisiyle ilgili yazdığım bir yazıyı hatırlatmak isterim

http://shopcolic.blogspot.com/2010/02/couture-kralicesi.html

Istancool- Şapkalar, Isabelle Blow,McQueen ve diğerleri

Bu haftasonu Istancool kapsamında gerçekten çok güzel etkinlikler yapıldı. Cumartesi günü İstanbul Modern'de gerçekleştirilen oturumlar içinde ise sanırım modaseverleri en çok heyecanlandıran Daphen Guinnes, Philip Treacy ve Haluk Akakçe buluşması olmuştur. Haluk Akakçe moderatörlüğünde şapka tasarımı üzerine bir sohbet gerçekleştirildi.


Philip Treacy ve Terence Koh
Daphne Guinnes ve Philip Treacy, Isabella Blow'un çok yakın arkadaşlarıydı. Zaten Guinnes, geçtiğimiz günlerde Isabella Blow'un bütün koleksiyonunu satın alarak çok konuşuldu biliyorsunuz. Bir saat süren oturumda şapkalardan çok Isabella'dan ve Alexander McQueen'den bahsedildi desem yeridir. Philip ve Daphne sürekli Isabella'dan, onun İstanbul'u ne kadar sevdiğinden bahsettiler. Isabella, İstanbul'a 5 defa gelmiş. Onlar da onu o anda yanlarında hissettiklerini söylediler. McQueen hakkında ise "O bir sanatçıydı ve bunu ifade etmek için modayı seçti." denildi.
Daphne Guinnes'in şapkası elbette Philip'in tasarımı. Philip bu şapkayı "medievil" yani ortaçağ şeytanlarından esinlenerek Daphne için özel olarak tasarladığını söyledi. Hatta onun için "bir vücutta 10 farklı kişi" benzetmesini yaptı. Bu arada sık sık Daphne Guinnes'in ne kadar özel ve sıradışı bir kadın olduğundan bahsetti. Daphne Guinnes de Philip'in her iltifatı karşısında gerçekten göz yaşı döktü! (Bu yazının dili giderek sevmediğim bir dile doğru kaymaya başladı!) :) Daphne Guinnes'in bir saat boyunca koltuğunda oldukça rahatsız ve her an kalkıp gidecekmiş gibi oturması da benim ve herkesin dikkatini çeken bir başka ayrıntıydı. Sanıyorum bunun sebebi elbisesinin çok dar olması. Zira dışardan oldukça rahatsız görünüyordu. Tabii bir de ayakkabıları var. Ayakkabılar elbette herkese oldukça tanıdık gelmiştir? :)
Asıl konu olan şapkalara gelecek olursak, Daphe Guinnes taktığı şapka ile kendisini nasıl hissettiği sorulduğunda " Bir şapkayı beğendiysem ve onu takıyorsam farklı bir şey hissetmem. Sadece tamamlanmış hissederim. Farklı bir hissi sadece sevmediğim bir şapkayla hissederim." dedi. Sanırım bu aslında herkesin kendine yakıştığını düşündüğünü bir şeyi giydiğindeki hislerini oldukça iyi açıklıyor.
Philip ise "bir şapka sadece bir şapkadır. İnsanlar şapkaları sadece onları sevdikleri ve kendilerini iyi hissettikleri için takıyorlar. Ben yeni materyaller kullanmayı çok seviyorum. Daphe ve Lady Gaga benim şapkalarımı kullandıkları için de çok mutluyum." dedi. Bu arada 16 Temmuz'da İstanbul'da konser verecek olan Grace Jones ile ilgili de "Onun kafasına şapka diye su şişesi koysanız bile güzel durur."dedi ve herkesi güldürdü. Bir de Margaret Teacher hakkında söylediği "onun şapkası saçlarıydı" sözü var tabii :)